Eskiden “dizgicilik” diye bir meslek vardı…
Gazete, dergi ve kitaplardaki metinler önce dizgici tarafından bilgisayarda yazılır; daha sonra da sayfa düzeni yapılarak; kalıbı alınmak üzere filme gönderilirdi…
Üniversite öğrencisi iken; o dizgi bürolarında bir müddet çalıştım… On parmakla hızlı yazma becerimi onlara borçluyum…
Bir gün, dizgisini yaptığım romanın yazarı, işin sonunda şöyle bir talepte bulundu:
- “Bu romanda olaylar bir köyde geçiyor… Kahramanımızın adını da “Can” koyduk… Fakat, isim pek içime sinmiyor… Çünkü köylerde çocuğuna bu ismi verene hiç rastlamadım… Sakıncası yoksa kahramanın ismini “Mustafa” olarak değiştirmek istiyorum… Mümkün mü?”
“Müşteri daima haklıdır” ilkesinden yola çıkıp; mümkün olduğunu söyledim…
Ardından, bilgisayarda “Bul-değiştir” komutuyla, “Can” olan kelimeleri, “Mustafa” olarak kolayca değiştirdim…
Bu düzeltmeyi, “redaksiyon” denilen son kontrolden sonra yaptığım için direk baskıya geçildi…
Baskının ilk formasında, editörler “patlımustafa” kelimesiyle karşılaştılar haliyle!...
Romanda geçen “patlıcan” kelimelerinin hepsini, bilgisayar “patlımustafa” olarak dönüştürmüştü!...
Bilgisayar ve otomasyon sistemleri, son kırk yılda hayatımızı çok kolaylaştırdı…
Günler-haftalar alan işler, dakikada, saniyede yapılır hale geldi…
Endüstrideki bir çok maliyet önemli ölçüde azaldı…
Bu gelişmeler bir yandan günlük yaşamda rahatlık sağlarken; diğer yandan da, ticarette “yüksek kar” fırsatları doğurdu…
Sermaye sahipleri servetlerini üçe-dörde katlamaya başladı…
Önceden, “Koç-Sabancı” gibi bir elin parmakları kadar olan yerli zenginlerimizin sayısı giderek arttı…
İnşaat sektörü, bu dönemde “yüksek kazanç” sağlayan işlerin başını çekti…
Neredeyse sıfır sermaye ile yola çıkıp, bugün “karun” kadar zengin olan müteahhitlerimiz var!...
İş adamı derneklerinin, meslek kuruluşlarının, siyasi partilerin, belediyelerin, özel idarenin çoğunluğu artık bunlardan…
İşlerin yolunda gitmesi için, hiçbir zaman muhalefette kalmıyor bu arkadaşlar…
Bir yolunu bulup, hangi parti iktidar olursa olsun, ön safları tutuyorlar!...
Arsa genelde bedavaya geliyor… Para veriyorlarsa da tarla parası veriyorlar!
Daha sonra, “tarla-bahçe” olarak satın alınan bu araziler, küçük bir imar planı değişikliği ile iskana açılıveriyor!...
Arsanın pahalı olduğu yerde, belediyelerdeki dostlarından “yüksek kat izni” alarak, maliyeti yine planladıkları noktaya düşürüyorlar…
Sokaktaki simit satıcısına “belge” soran devlet; bu müteahhitlere yeterlilik belgesi sormuyor…
Berber dükkanı açmak isteyen esnaftan “berberlik diploması” isteyen devlet, bu müteahhitlerden hiçbir şey istemiyor!...
Yapı mevzuatı, imar, inşaat, mimari, mühendislik konusunda çoğunun bir gram bilgisi yok!...
Zemin etüdünü, yapı denetimini yaptırdıkları firmalarla kurdukları ilişkiler ve bağlar incelense, ortaya neler çıkacak neler…
Müteahhitlerin bu kontrolsüz faaliyetlerine derhal neşter vurulmalı!...
İnşaat işi, kolay para kazanılan bir iş olmaktan çıkarılmalı…
Fırıncıya, marketçiye, konfeksiyoncuya inşaat yapma izni verilmemeli!..
Bir eczane için eczacılık diploması nasıl şart ise, müteahhitlik için de eşdeğer bir diploma şart koşulmalı…
Mühendisler, mimarlar, projelere kolay imza atmamalı… Attıkları imzaların sorumluluğunu hayatı boyunca taşımalı…
Yapı denetimi izni tam bağımsız kurum ve kuruluşlara verilmeli… Onlar da sorumluluk üstlenmeli…
Yapılan her bina için, mimar ve mühendislik odalarından “uygunluk” onayı alınmalı…
TOKİ’nin başarısı ortada…
Müteahhitlik işleri, TOKİ benzeri kamu kurumlarına bırakılmalı…
İnşaat ve emlak piyasasında, “fırsatçılık” ve “vurgunculuk” önlenmeli…
Müteahhitlerin en çok istismar ettiği kurum belediyeler…
Belediyelerin bu konudaki yetkileri kısıtlanmalı…
İmar Komisyonları “bilirkişilerden” oluşmalı… Alt komisyonların tamamı “eksper” olmalı…
Komisyonların oluşturulması ile ilgili prosedürler yasa ile değiştirilmeli…
Bugüne kadar, bu konulardaki eksikliklerin giderilememesinin en büyük sorumlusu da maalesef halkın kendisidir!..
Kendi yaşam hakkını ciddiye almayanlara, hayatını riske atanlara karşı kayıtsız kalmaya devam ediyor çünkü…
Halbuki, can güvenliği her şeyin üstündedir…
Komşuluğun, arkadaşlığın, akrabalığın…
Siyasetin bile üstündedir…
Yazık değil mi kaybettiklerimize?
Günah değil mi?
Yanlışı korumaya çalışmanın mantığı ne?
Siyasetçi imar affı verse de sen kabul etme!
Yaşama hakkını tehdit eden ve bu konuda yanlışı, ihmali, kusuru olan hiç kimseyi hoş görme!
Ufacık bir rant için, binlerce insanın hayatı ile oynayan paragözlere kapını kapat!
Marmara depreminden sonra söz vermiştik…
Artık eskisi gibi olmayacaktı!...
Aynı sebeplerle bir daha ölmeyecektik!..
Nerde kaldı sözümüz…
Ehliyetsiz müteahhitlerin yaptığı iş; benim yaptığım “dizgicilik” gibi hala!..
“Perişan” olan bir binayı, küçük bir düzeltmeyle kolayca “perihana” çeviriyorlar…
Ve karşılığında yığınla para kazanıyorlar!
Bu süslü yapılar günün birinde, saniyeler içinde “mezara” dönüşüyor…
Maalesef; ancak o vakitte öğrenebiliyoruz aşağıdaki sorunun cevabını:
- Halimiz “perihan” mı; yoksa “perişan” mı?