Söylesenize…
İçinde merhamet duygusu kalmamış birinin savunduğu davadan millete hayır gelir mi?
Bu acımasız adam, kendi hırsından başka bir şeyi acaba dikkate alır mı?
Yahut o kişinin, karşısındaki herhangi bir canlıya adaletle hükmedeceğine kim inanır?
Ya da davranışlarının sınırlarını ahlakın ve erdemin koruduğuna kim güvenilebilir?
…
Benim “canlı bomba” olarak gördüğüm bu tipler, artık toplumumuzun içinde o kadar fazla üremeye başladı ki!...
Nereye gitseniz; her mahallede, her sokakta yüzlercesi var…
Kimi öğretmene öğretmenlik öğretiyor, kimi doktora doktorluk!...
Kimi dindara dindarlık taslıyor, kimi vatansevere vatanseverlik!...
Her şeyin doğrusunu onlar biliyorlar…
Her şeyin iyisini onlar yapıyorlar…
Kimse onların çıtasına çıkamaz… Yaptıklarını yapamaz!...
O kadar arsızlar ki; yeni taşındıkları mahallelerde daha üç gün olmadan herkesi hizaya çekmeye çalışıyorlar…
Fırsat bulsalar, kendilerine engel gördükleri ne varsa bir kaşık suda boğacaklar…
Bereket, pek çoğu henüz yetki sahibi pozisyonunda değil... Sadece pusuya yatmış fırsat kolluyor!...
Böylelerinin etrafında normal insan olmaz… Yalnızca karşılıklı çıkarları sebebiyle birbirine katlanabilenlerden kuru bir topluluk oluşturabilirler…
Menfaat bittikten sonra da hepsinin yolları anında ayrılır!...
Kaygılandığım şey şu:
Bu vicdan yoksunları, pirincin içindeki beyaz taşlar misali her yerde gizleniyorlar…
Her meselede yağ gibi üste çıkmayı başarıyorlar!...
Nefretlerini subliminal mesajlarla iletiyorlar!...
Meşru ortamların müdavimiymiş gibi davranıyorlar…
Kendilerini “gönül adamı” olarak pazarlıyorlar!...
Sağ tarafa geçip “solculuk”; sol tarafa geçip “sağcılık” yapıyorlar!
Sorsan, en ilkeli adam onlar!...
Her şeyi bilen ve her şeye hakkı olan onlar!...
…
İslamiyet’in doğuşu sırasında, insanların Hz. Muhammed’in etrafında toplanmalarının sebebi, onun nasıl namaz kıldığı veya onun nasıl oruç tuttuğu değildi…
Çünkü yanındaki müşriklerle beraber Ebu Cehil bile aksatmadan namazını kılıyor ve orucunu tutuyordu!...
Herkesi bir mıknatıs gibi Peygamberimizin yanına çeken tek şey, onun güzel ahlakı ile beraber sahip olduğu yüksek adalet ve yüksek merhamet duygusuydu…
O yüzden, eğer bize din anlatacaksanız; önce ahlaktan, merhametten ve adaletten başlayın!...
Evvela, Allah’tan başkasına “kulluk” yapmamanın nasıl olacağını bize gösterin!...
İslam, önce topluma sonra bireye hitap eder… Toplumsal meselelerin çözümüne katkı sunmayan kişisel ibadetleri tümüyle reddeder!...
Kıldığımız namaz, tuttuğumuz oruç, eğer bizi kötülüklerden alıkoymuyorsa, ibadet ettiğimiz halde hala merhametsiz ve adaletsiz davranıyorsak; Kur’an’ın tabiriyle bu durum içine düştüğümüz şirkin açık bir delilidir!...
Kur’an-ı Kerim’in ilkelerini bir kenara bırakıp, kendi çıkar gruplarının ilkelerini ön plana çıkaranlara bakın Allah’ın kitabı ne diyor:
- O ortak koşanlar ki, dini bir bütün hâlinde kabul edip uygulamaları gerekirken, onu parçalayıp bölük bölük olmuşlardır. Üstelik her grup, parçaladıkları dinden yanlarında kalan bilgi kırıntılarıyla böbürlenip durmaktadır. (Rum, 32)
Bugün, kendi çıkar gruplarının belirlediği prensiplerin dışına çıkamayan ya da buna cesaret edemeyen, kendilerine dini bir meşruiyet kazandırmak için de bu prensipleri İslam’ın prensipleriyle örtüşüyormuş gibi açıklamaya kalkışanlara yukarıdaki ayeti okumaktan başka ne söylenebilir ki?
Ey derin hocalar, cevap verin… Bir Müslümanın en temel vasfı ahlaklı, adaletli ve merhametli olması değil midir? Elinden ve dilinden etrafına “güven” vermesi değil midir?
O halde, namussuz, ahlaksız, adaletsiz ve merhametsiz olanların aramızda işi ne?
Kişisel çıkarını veya statüsünü korumak için etrafa korku salanlar ve diliyle tehdit savuranlar yanımızda ne arıyorlar?
Söylesenize!...
