Savaş goygoycusu değiliz. Felaket tellallığıyla da işimiz olmaz. Mevzu, Türk Devleti’nin bekasıdır.
Batılı müttefiklerimizin başımıza sardığı terör belasıyla, neredeyse yarım asırdır terbiye edildik.
Her ne kadar bölücü terörü; Türkiye’nin önünü kesmek, kalkınma hızını düşürmek, toplumsal bütünlüğünü zedelemek amacıyla tezgâhlamış olsalar da, Türk Devlet Aklı, yaşanan süreci yönetmesini bildi.
Evet, terör yüzünden trilyon doları aşan bir külfeti omuzlamak zorunda kaldık. Binlerce insanımızı, eli kanlı teröristlerin alçakça saldırıları sonucu şehit verdik. Köylerimiz, terör yüzünden boşaldı. Tarım ve hayvancılığımız büyük zarar gördü. Kentlerimiz, kırsaldan gelen nüfus baskısı yüzünden ciddi sorunlar yaşadı.
Fakat… Her şeye rağmen ülkemiz, yaşanan musibetlerin zararını en aza indirme mücadelesi verirken; öte yandan bünyesini güçlendirdi. Bugün, terörle mücadeleyle geçmiş 40 küsur senenin deneyimine sahip, dünyanın en zinde ve güçlü ordusuna sahibiz.
OYUNLARI BOZAN ÜLKE
Terörle mücadeleyi en üst düzeyde başarıyla devam ettirebilmek gayesiyle, savunma sanayimizi, çağın gereklerine göre tasarladık. Bir bakıma, geleceğin savaş kavramını belirleyecek bir düzeye eriştik.
İHA ve SİHA’lardan tutun, dünyadaki emsalleriyle çok rahat boy ölçüşebilecek yeterlilikte her türlü harp silahlarını yerli ve millî olarak geliştirdik. Bu silahların ayrıntıları, hem konumuzun dışına taşar, hem de yazı hacmimize sığmaz. Zaten yeri geldikçe, savunma sanayisindeki başarılarımızdan söz ediyoruz.
Devletimiz; dünyanın savaş tamtamlarıyla inletildiği bir ortamda, yaklaşan tehditlere karşı kendi iç cephesini güçlendirmek üzere, güçlü bir hamle yaptı.
Yaklaşık 11 ay önce, MHP Genel Başkanı Bilge Lider Dr. Devlet Bahçeli’nin ezber bozan çıkışıyla ülke gündemine yerleşen ‘Terörsüz Türkiye’ hamlesi, geride kalan süreçte büyük bir başarıyla yürütüldü.
Lakin Türkiye’nin tekerine çomak sokmaya azmetmiş bulunan; başta İsrail terör örgütü ve emperyalist ABD olmak üzere, ne kadar ‘hesapçı unsur’ varsa, Terörsüz Türkiye’yi engellemek üzere harekete geçti.
FIRSATI GANİMET BİLEN PEŞKİRCİLER
Anlaşılan, İmralı’daki terör elebaşı hariç, PKK adına ‘söz sahibi’ ne kadar eleman varsa, hepsiyle dirsek temasına geçmişler. Buna DEM Partisi’nin bazı ileri gidenleri de dâhil…
İsrail terör örgütünün; Dürzüler, Nusayriler ve PKK’nın Suriye uzantısı PYD/SDG üzerinden yaptığı çomak sokma hamlesi, örgütün Türkiye içindeki siyasî uzantılarını da heyecanlandırmış gibi.
Her ne kadar Terörsüz Türkiye Komisyonu toplantılarında mülayimleri oynasalar da, içlerindeki bazı çıkıntılar, arada bir çatlak ses çıkarıyor. Sanki Türk Devleti, PKK terör örgütüyle ‘pazarlık yapmış’ havasını yaymaya çalışıyorlar. Bunun amacının, toplumsal hassasiyetimizi kaşımak olduğu aşikâr.
Peki… Türk Devlet Aklı, onun bunun soktuğu akılla yol bulmaya çalışan bu gibi devşirilmişlerin çıkaracağı muhtemel arızaları hesaplamamış olabilir mi? Binlerce yıllık deneyime sahip bir akıl, böylesi bir acemiliğe düşer mi? Asla!...
Mesele şudur: Terörsüz Türkiye sürecini yürüten devlet organları; Batılı emperyalistlerin Suriye’den devşirdiklerinin de, aynı zamanda hem ABD’ye hem de İran’a ‘peşkircilik’ yapan Irak’taki siyasî fahişelerin de, DEM Partisi içindeki beşinci kolcuların da aldığı her nefesi takip etmektedir.
Bunu anlamak için, devletin derinliklerinden sır sızdırmaya gerek yok. PKK’nın silah yakma seremonisi görüntülerine… Orada kimliğini açık etmekten çekinmeyen MİT personelinin, teröristleri sahnede nasıl istiflediğine bakmak yeterlidir.
ZAAF DEĞİL STRATEJİK AKIL
Şimdi… İsrail terör örgütünün gaz vermesiyle ve ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi’nin orasının burasının oynamasıyla, ham hayallerini yeşertmeye çalışan terör uzantıları, Türk Devleti’nin sessiz, sakin ve derinden yürütmekte olduğu stratejiyi bir ‘zaaf’ gibi algılıyor.
Bu akıl fukaraları, bırakalım yüz yıl öncesinde yaşadıkları hüsranları, daha birkaç sene öncesinde yedikleri dayaktan bile ders çıkarmıyor.
Hatırlayınız; 15 Temmuz 2016’da FETÖ namussuzlarının sahnelediği ihanetin hemen sonrasında Türkiye, maruz kaldığı ekonomik, siyasî ve askerî sıkıntılara rağmen, Suriye’de peş peşe 4 operasyon gerçekleştirmiş; İsrail, ABD, Rusya, Fransa, Almanya, İran ve rejim destekli ‘terör koridorunu’ parçalamasını bilmişti.
Bugün Türkiye’nin güç ve kudreti, o günlerdekinden çok daha fazladır. Üstelik Suriye’de, Türkiye ile aynı yöne bakan bir yönetim vardır. ABD Başkanı Trump’ın tabiriyle, Suriye’nin anahtarı Türkiye’nin elindedir.
PKK ve müzahir unsurların bunca şımarıklığı, hadsizliği, densizliği karşısında Türk Devleti büyük bir sabır gösteriyorsa, bunun sınırsız olduğunu kimse düşünmemelidir.
ARTIK KILIÇ KININDAN ÇIKMALI
Nitekim Türk Hakanı Recep Tayyip Erdoğan, Malazgirt Zaferimizin yıldönümündeki net konuşmasında, “Kılıç kınından çıkarsa, kaleme de kelama da yer kalmaz…” demek suretiyle, son uyarısını yapmıştır.
Diğer taraftan, Erdoğan ile Bahçeli’nin son buluşmasının ana gündeminin, Suriye’de yapılması kaçınılmaz hale gelen operasyon olduğunu düşünmek, kehanet değildir.
Kucağında oturdukları Batılı emperyalistler tarafından sürekli aldatılmaktan bıkmayan terör sevicilerin şunu anlaması lazım: Kılıcın kınından çıkması, uzak bir ihtimal değildir. Ve bir an önce kılıç kınından çıkmalıdır.
Ki, Türk Devleti’nin stratejik sabrını zaaf zannedenler, tarihî hakikatle bir kez daha yüzleşsinler.
