Annem, biz çocuklarına sık sık şu duayı yapar:
- Yüreğinizden merhamet duygusu eksik olmasın inşallah!...
Önceleri bu duanın üzerinde çok durmazdım… Daha doğrusu o cümleyi sıradan bir dua cümlesi olarak görürdüm…
Fakat sonraları, tecrübelerimizle birlikte yaşımız da biraz kemale erince, yavaş yavaş o temenninin derinliklerine vakıf olmaya başladım…
İçinde merhamet duygusu bulunan biri zalimlik yapamaz…
İçinde merhamet duygusu olan biri başkasının hakkına tecavüz edemez…
İçinde merhamet duygusu yaşatan biri, sahip olduklarını paylaşmaktan asla vazgeçemez…
İçine sürekli merhamet duygusu katan biri, bedenini değil, yalnızca yüreğini tatmin ederek mutlu olacağını bilir…
O almaya değil, daima vermeye odaklamıştır kendini!...
Bu tip insanların; cebinde doğru dürüst parası veya imkanı olmadığı halde, varlıklı insanlardan daha fazla gülümsediklerine ve onlara nazaran hayattan daha az endişe duyduklarına siz de şahit olmuşsunuzdur…
Merhamet sahipleri, haz duygusunun kontrolünü bir başkasının eline bırakmaz…
O duyguyu sadece kendi yürekleriyle yönetirler!...
Böylece her ne durumda veya her ne şart altında olurlarsa olsunlar, hayata aynı derecede tutunmayı ve her ortamda mutlu olup gülebilmeyi rahatlıkla başarırlar!...
Eğer Anacığım bizim için; “varlık sahibi olun, güç sahibi olun” diye niyaz etseydi…
O dua Allah indinde kabul olsa bile, bunun bizi mutlu edeceğinin bir garantisi var mı?...
İnsanlık, çağlar boyunca güç, akıl, adalet ve özgürlük üzerine nice tartışmalar yaptı. Fakat en az bu kavramlar kadar değerli olan “merhamet” kavramı üzerine kafa yormuş, herhangi bir makalede veya kitapta manifestosunu yazmış, ekranlarda bu kavramı anlatmış birine pek rastlamadık…
Merhamet; sadece başkasının acısını görmek değil, o acıyı kendi kalbine taşımaktır.
Günümüz dünyasında eksikliği en çok hissedilen ama en az dillendirilen insani değerdir belki de…
Çünkü merhamet, insanın iç sesiyle yaptığı en sessiz anlaşmadır…
Merhamet duygusu kaybolunca insan da kaybolur!...
Sokaklarda, ekranlarda, siyasette, iş yerlerinde; öfke, hırs ve rekabetle beslenen bir çağın çocukları olduk…
İnsanlar birbirini dinlemekten çok yargılamayı, anlamaktan çok suçlamayı tercih ediyor...
Bir zamanlar komşusunun hastalığını kendi derdi sayan bir toplumdan, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışına savrulduk.
İşte tam da bu noktada merhamet, sadece bir duygu değil, bir toplumsal kurtuluş reçetesi olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü merhamet, insanı insana yaklaştıran en güçlü bağdır. Merhametin olduğu yerde kin, öfke ve nefret tutunamaz.
Merhamet duygusu taşımak, güçsüzlüğün değil, bilgeliğin bir göstergesidir!
Zayıflık veya yumuşak başlılık “bilgelik” ile aynı kapıya çıkmaz… Merhamet sahibi olmak sizi zayıflatmaz!... Sizi küçültmez!...
Bir çocuğun gözündeki korkuyu fark edebilmek, yaşlı birinin yalnızlığını hissedebilmek, bir hayvanın susuzluktan kırıldığını görmek… Bunlar, güçlü bir kalbin eseridir.
Merhamet şuuru; insanın sadece kendi benliğini değil, bütün canlıları kapsayan bir bilinç düzeyine ulaşması halidir…
Gerçek güç, kalbini taşlaştırmakta değil; kalbini diri tutabilmekte gizlidir!...
Toplumun vicdanı merhametle ayakta kalır…
Bir toplumun medeniyet seviyesi, teknolojideki başarısıyla değil; en zayıfına, en muhtacına, en sessizine nasıl davrandığıyla ölçülür…
Bir yoksula yardım etmek, bir öğrencinin hayalini yeşertmek, bir hastayı ziyaret etmek… Bunlar küçük gibi görünen ama toplumu bir arada tutan büyük davranışlardır...
Merhamet, sadece bireysel bir erdem değil; toplumsal barışın temel harcıdır. Çünkü merhametli bireylerden oluşan bir toplumda adalet daha köklü, dayanışma daha güçlü, yaşam ise daha anlamlı olur.
Dijital dünya merhamet duygusunu bize iyice unutturdu!...
Teknoloji ilerledikçe, iletişim kolaylaştı ama anlayış zorlaştı…
Bir ekranın arkasından yapılan yorumlar, bir paylaşımın altına yazılan acımasız sözler; bizi birbirimizden iyice uzaklaştırıyor...
Ben bundan sonra, bu sorumluluk duygusu içinde yazdıklarıma ve paylaştıklarıma biraz daha özen göstermeye karar verdim…
Zira merhamet, bir tuş kadar yakınımızda…
Empati kurmak, yargılamadan önce düşünmek, “eğer o benim yerimde olsaydı?” diyebilmek…
İşte bu küçük farkındalıklar, dijital dünyanın soğuk yüzüne sıcak bir insan dokunuşu katabilir... Herkese biraz daha nefes aldırabilir…
Unutmamak gerekir ki, hayat bir aynadır. Sen dünyaya ne gönderirsen, bir gün o gönderdiğin sana geri döner…
Sevgili Peygamberimiz, “merhamet etmeyene merhamet edilmez” derken bir emir vermemiş, yalnızca bir durum tespiti yapmıştır!..
Merhametli bir insan, farkında olmadan kendine iyilik yapar. Çünkü merhamet, kalbi arındırır, ruhu yumuşatır, ömrü anlamlı kılar… Bazen bir tebessüm, bir selam, bir omza dokunuş bile bir insanın kaderini değiştirebilir.
Belki de bu yüzden en büyük devrim, bir kalbi kırmamayı başarabilmektir!
Merhametli olmak, yalnızca iyi bir insan olmak değildir; dünyayı biraz daha yaşanabilir kılmak demektir.
Ne unutur ne de unutulursunuz. Çünkü merhametle atılan her adım, insanlığın ortak hafızasında mutlaka bir iz bırakır.
Kalplerin soğuduğu bir çağda, sıcak kalabilmek cesaret ister…
Ve belki de bu yüzyılın en büyük kahramanlığı, her şeye rağmen “merhametli” kalabilmektir! Kalbin o sessiz gücünü kullanabilmektir…