Bir ülkenin kalkınmasını ölçmek için çoğu zaman ekonomik veriler, büyüme oranları, sanayi yatırımları ya da dış ticaret rakamları masaya yatırılır. Oysa bu göstergelerin arkasında, görünmeyen ama son derece etkili bir aktör vardır:

· Sivil toplum örgütleri

Onlar, demokrasinin nefes borusu, sosyal dayanışmanın taşıyıcısı, kalkınmanın görünmez kahramanlarıdır.

Bugün gelişmiş ülkelere bakıldığında ortak bir gerçek karşımıza çıkar:

· Güçlü bir sivil toplum…

Çünkü devletin yetişemediği, özel sektörün görmezden geldiği alanlarda çoğu zaman “sivil inisiyatif” devreye girer.

Eğitimden sağlığa, çevreden insan haklarına, afetlerden kültürel mirasa kadar hayatın her alanında, sivil toplum örgütleri toplumu harekete geçirip bilinçlendirir. Gönüllü emeği ekonomik bir değere dönüştürür…

Kalkınma yalnızca ekonomik büyüme değildir; aynı zamanda toplumsal gelişimdir… Sivil toplum örgütleri kalkınmanın sosyal boyutunda belirleyici bir rol üstlenmiştir…

Bir köy okuluna kütüphane kuran gönüllüler, bir çevre derneğinin doğayı koruma mücadelesi, bir kadın örgütünün eşitlik için verdiği çaba… Bunların her biri, ülkenin sosyal sermayesini artırır. Sosyal sermaye dediğimiz şey de, güven, dayanışma ve ortak hedeflere yönelme kapasitesidir. Bu da ekonomiye kıyasla daha kalıcı bir kalkınma unsurudur…

Sivil toplum örgütleri aynı zamanda demokrasinin en canlı laboratuvarıdır. Demokrasinin okuludur… İnsanlar burada tartışmayı, fikir üretmeyi, ortak karar almayı öğrenir. Bu deneyim, ülkenin demokratik kültürünü derinleştirir…

Güçlü sivil toplumların olduğu ülkelerde, devlet tek başına karar vermez… Halkın sesi örgütler aracılığıyla duyulur. Bu da daha katılımcı, daha şeffaf ve daha adil bir yönetim anlayışını besler…

Kalkınmanın Görünmeyen Motoru

Sivil toplumun yaptıklarını yalnızca basit bir “gönüllülük faaliyeti” diye sınırlayıp geçemeyiz…

STK’lar ciddi bir ekonomik aktördür. Şu anda Türkiye’de binlerce dernek, vakıf ve meslek örgütü; istihdam yaratıyor, projeler üretiyor ve önemli fonları yönetiyor…

Gönüllü emeğin, zorunlu emek ile tartıldığında ekonomik karşılığı asla küçümsenemez…

Deprem ve sel gibi afetlerde binlerce gönüllünün seferber olmasını, yalnızca insanî bir duyarlılık diye tanımlayamayız…

Bu eylem, aynı zamanda ekonomik kayıpları azaltan önemli bir iktisadi araçtır… Sağlıktan eğitime yapılan gönüllü yatırımlar, devletin yükünü hafifletir, toplumun dayanıklılığını artırır…

Sivil toplum örgütleri, yalnızca yerel sorunlara değil, küresel meselelere de çözüm arar. İklim krizi, göç, insan hakları ihlalleri gibi sınır tanımayan sorunlarda, sivil toplumun sesi uluslararası düzeyde yankı bulur…

Bugün bir gençlik derneği, internet aracılığıyla dünyanın öbür ucundaki bir sivil hareketle iş birliği yapabiliyor. Bu da ulusal kalkınmayı küresel gelişimle buluşturan bir köprü işlevi görüyor…

Bu vesileyle Gazze’ye insani yardım taşıyan “Sumud Filosuna” selam olsun…

Bir ülkenin otoyolları, fabrikaları, gökdelenleri olabilir. Ama eğer “sivil toplumu güçlü değilse” bu kalkınma eksik kalır. Çünkü kalkınma yalnızca maddi değil, aynı zamanda manevi, kültürel ve toplumsal bir inşa sürecidir…

Sivil toplum örgütleri, işte bu görünmez ama hayati boşluğu doldurur. Onlar, halkın enerjisini örgütler, devletin göremediğini görür, toplumun vicdanını temsil eder.

Türkiye’nin gerçek kalkınma yolculuğu, güçlü bir sivil toplum kültürüyle mümkündür. Çünkü sivil toplum, yalnızca bugünü değil, geleceği de inşa eden çok önemli bir aygıttır…

Sivil Toplum ve Kamu: Rekabet mi, İşbirliği mi?

Ülkeleri kalkındıran iki önemli aktör vardır… Devlet ve toplum…

Devlet, kamu kurumları aracılığıyla bir düzen kurar, kaynakları yönetir ve vatandaşına sistem dahilinde hizmet sunar…

Öte yandan toplum ise; sivil örgütler aracılığıyla teşkilatlanıp ihtiyaçları dile getirir… Boşlukları doldurur, devlete ayna tutar!...

Peki, bu iki tarafın ilişkisi nasıl olmalı? Rekabet mi, yoksa işbirliği mi? Devlet ve toplum yan yana mı gelmeli yoksa karşı karşıya mı?

Sivil toplum örgütleri, devletin alternatifi değildir!

Ama ne yazık ki zaman zaman öyle algılanıyor. Oysa bu örgütler, kamu hizmetlerinin tamamlayıcısıdır. Bir çocuk derneği, Milli Eğitim’in yapamadığını yapabilir; bir çevre örgütü, belediyenin göremediğini gösterebilir…

Kamu kurumlarıyla sivil toplumun arasındaki ilişki, “rakip” mantığıyla değil, “ortak payda” anlayışıyla kurulmalıdır… Çünkü ikisinin de amacı aynıdır: Kamu yararı...

Eleştiri Hakkı, İşbirliği Sorumluluğu

Burada ince bir denge var. Sivil toplum örgütleri, kamu kurumlarını eleştirmekten çekinmemeli… Zira yanlışı göstermek, eksikleri söylemek ve görevini yapmayanı uyarmak onların en temel hakkı ve görevidir.

Ama iş sadece eleştiride de kalmamalı... Gerektiğinde birlikte proje üretmeli, ortak masa kurmalı, kaynakları paylaşmalıdır…

Çünkü sadece eleştiren bir STK işlevsiz kalır; sadece itaat eden bir STK toplumun güvenini kaybeder.

Şeffaflık ve Güven Köprüsü

Kamu kurumlarının da üzerine düşeni yapması gerekir. Sivil toplumun sesine kulak vermeyen, toplantılara davet etmeyen, bilgi saklayan bir kamu yapısı, kendi ayağına kurşun sıkmış olur.

Tam tersine; şeffaf, hesap verebilir, diyaloga açık bir kamu anlayışı, sivil toplumla birlikte hareket ederek daha kalıcı çözümler üretir. Bu işbirliği, aynı zamanda vatandaşın devlete duyduğu güveni de artırır.

Ortak Akıl, Ortak Gelecek

Ne devlet, tek başına toplumu doyurabilir. Ne de sivil toplum, devletin yerini doldurabilir. Çözüm, “ortak akılda” buluşmaktan geçiyor!...

Sivil toplumun enerjisi ile kamu kurumlarının yetkisi birleştiğinde, ortaya yalnızca hizmet değil, aynı zamanda güven, dayanışma ve sürdürülebilir bir kalkınma çıkar.

Unutmayalım ki; bir ülkenin gerçek gücü, devletle toplumun birbirine kulak vermesinde gizlidir…

Cml Cargo Eurovizyon Banners Yatay Iceri