İnsan bazen daha ölmeden cehennemi yaşayabilir… Bununla birlikte, daha ölmeden cennete gittiği de vakidir…

Çocukluk dönemi, istisnalar hariç pek çok insana cennet gibi gelir... Sizi bilemem ama, mesela durum benim için öyledir…

Eğer öldükten sonra cennete gidersem ve orada bir şeyleri yeniden yaşamama izin verilirse, ben kesinlikle çocukluğumu isterim…

O dönemden; kırık/dökük, eksik/fazla ne varsa olduğu gibi gelsin önüme… Sadece beni güldüren veya beni sevindiren değil; beni üzen, hatta beni zırıl zırıl ağlatan her şey dahil!...

Acaba çocukluğu bu derece özlenir kılan ne olabilir?

Bir hekim dostum, “şehvet” demişti… Aslında her şeyi alt üst eden, her düzeni bozan ve tüm adaletsizliklerin doğmasına yol açan tek bir sebep var… O da hayatımızın yetişkinlik evresinde ortaya çıkan şehvettir, diye söylemişti…

Galiba doğru…

Şehvet” tohumlarının henüz yeşermediği çocukluk dönemlerinde, merhametsizliğe rastlanmaz… Çocuklar kendi iradesiyle hiçbir kötülüğe bulaşmaz. Yetişkinler tarafından yönlendirilmedikçe hiçbir zaman kimseye zarar vermez, veremez…

Dostuma şundan dolayı hak veriyorum:

Adem ile Havva’nın cennetten kovulma sebebi de o değil miydi?

Şehveti sadece cinsel dürtü olarak görmeyin… Açlık ve uykusuzluk gibi bedenin ihtiyaç duyduğu tüm hazların yetişkinlik dönemindeki adıdır şehvet!...

Adem ile Havva’nın işlediği suç, yasak ağacın meyvesine duydukları iştah değil; o yasağa karşı koyma dürtüsüydü!...

Bunlardan birincisi hazdır, ikincisi ise şehvet…

Çocukluk döneminde haz” vardır ama şehvet” yoktur…

Şehvetini tatmin sürecinde insan; sağında ve solunda, önünde ve arkasında pek çok şeye zarar verebilir… Etrafını yakar, yıkar, yok eder…

Ancak çocukluk hazzının giderilmesinde hiçbir şey zarar görmez… Oradaki bütün hasar, ufak tefek kırık döküklerden ibarettir…

Sigmund Freud, yaşadığı çağda çok anlaşılamayan bir adamdı… Fakat bugünün muhafazakarları artık Freud’un hakkını veriyor… Ve ne kadar önemli bir çalışma yapmış olduğunu görebiliyor…

Freud’un Kültürdeki Huzurluk” isimli kitabını alın ve satır satır okuyun…

Bu kitapta; kendi toplumumuz başta olmak üzere, çağın insanının bugünkü depresif durumunu yüzyıl öncesinden o kadar güzel açıklamış ki!...

Cinsellik dürtüsü diğer dürtüler gibi bir enerjidir ve yok edilemez diyor S.Freud…

Bu içgüdüsel dürtüyü, sağlıklı bir şekilde ve dozunda bastıramazsanız, bilinçaltında yoğun bir enerji birikir, biriken enerji de psikolojik ve nevrotik rahatsızlıklar doğurur diye açıklıyor…

Ya çok şiddetli baskı ya da tam tersine “sıfır baskı” şeklinde yürütülen kontrolsüz bir tatmin sürecinin, insanda utanma ve suçluluk hali oluşturarak onu cinsel kimliğinden hızla uzaklaştıracağını belirtiyor…

Bana göre günümüzde, LGBT sapkınlığının yaygınlaşmasının altında yatan gerçek budur…

Bahsettiğim kitapta Freud’un önemli bir tavsiyesi daha var…

Mutluluk” kavramına inanmadığını ifade eden Üstad, İnsanların mutluluğu değil de, huzuru aramaları halinde daha sağlıklı olacaklarını belirtiyor…

İnsan dürtüleri ile doğar… Fakat bu dürtüleri hiçbir zaman canının istediği gibi tatmin etmesi mümkün değildir… Zira toplumsal gerçeklik bunu engeller…

Gerçeklik ile haz duygusu arasındaki çatışma çocukluk döneminde “en az” seviyededir. Fakat yaş aldıkça ve büyüdükçe bu çatışma alanı sürekli genişler…

Örneğin, yemeği kaşıkla değil de elleriyle yiyen bir çocuğa durumu çok görmezsiniz ama, bunu bir yetişkin yaptığında tavrınız hemen değişir!...

Hayat nasıl gidiyor?” sorusunu çocuğa sorduğunuzda, o rahatlıkla “b.k gibi” diyerek içini dökebilir…

Ama bir yetişkin, lafı en fazla “idare eder” noktasına kadar geri getirebilir… Daha ağırını söyleyemez!...

Artık belli yaşlardan sonra haz ilkesiyle gerçeklik ilkesi belli şartlara bağlı hale gelir…

Örneğin; narsist, despot insanlarla yaşamak zorunda kalan birini; işinden olma veya elindekini kaybetme korkusu yönetmeye başlar… Yaşadığı korku ve kaygı, içindeki tüm haz duygusunu fena bir şekilde bastırır…

Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek öyle zorlaşır ki!... Bir noktadan sonra; “istemiyorum”, kabul etmiyorum” veya “itirazım var” şeklinde karşı koyabilmek hayal olur…

Freud’un dediği gibi; sonucu değiştirecek argüman kalmadıysa bu mağlubiyeti kabul etmek lazım… Çünkü bu kabullenme bünyeyi daha az rahatsız eder!

Huzur” denilen duygu işte bu kabullenmeyle yaşanandır… Haz dürtülerinin tümüyle tatmin edilemez oluşu mutluluğun bir hayal olduğu gerçeğini kanıtlar…

Yaşananların farkına varıp, ne kadar ödün vereceğini eğer insan kendisi belirlerse iç huzurunu da böylece yakalar.

Sen kovmadan ben istifa ediyorum” tavrı gibi!...

Ancak çocuklar ve deliler bu çatışmaları yaşamaz… Onlar ne hissediyorsa söyler, canı ne yapmak istiyorsa bir şekilde yapar!... Sevmediğine rahatlıkla sevmiyorum der… Görmek istemediğini görmez… Yetişkinler gibi gerçekler karşısında asla rol yapmaz…

İçimizden gelen gerçek duyguları ifade etmemizi engelleyen baskılar bir süre sonra hayatımızı iyice esir alıp cehenneme çevirirken:

Çocuk kalsak, keşke hiç büyümesek deyişimizin; benim de o dönemi cennetle kıyaslamamın nedeni galiba bu…