Son 11 yılın en soğuk 11. ayına uyandığımız sabah bir fare besledim. Nezaketsiz, halden anlamayan, bazı çocuksuz çiftlerin içine düştükleri katı ve kaba hale orta yaş üstü olmak ve Orta Avrupalı olmak eklenince ziyadesiyle katlanılmaz bir hal alan komşumuzun keskin gözlerinden korkarak ve kaçarak…

Bir peynir sever olarak fareler için ne anlama geldiğini anlamak gerekir. Ama halden anlamayan komşumdan gizlice…adete Bizimkiler isimli dizideki Ayla hanım ve Sabri bey…izlemek iyiydi ama perde arasındaki gerçeğine rastlama korkusu soğuk ile iç içe geçip sardı beni.

Ne zaman ki titreyerek içeri girip zaferimi evde paylaşınca ‘yapma!…alıştırma!, fareler sadece iki rahimli olup çokça çoğalırlar, 2 metreye kadar sıçrarlar, çeliği kemirirler, gıda buldukları yere alışırlar ve yine gelirler…’ deyince hemen aklıma Mickey Mouse geldi, o şirin karakterle beraber Walt Disney çizimleri ve animasyonlarının 100. Yılı…1923’ten bu yana…

İşte birkaç enteresan şey ‘House of Mouse’dan, günümüze…gişe rekorlarından politik demeçlere, Florida’dan Paris’e…

‘Her şey bir fare ile başladı! dedi Walt Disney 1950’deki 1920’li yıllarda çizdiği faresi Mickey için. Çiftçi çocuğu idi ama hırsı vardı, ilk çizimi için 500 Dolar kazandı ve Los Angeles’ın yolunu tuttu. Neşeli ve deli dolu, alaycı sesler çıkararak buharlı gemide kemirgen olarak çalışıyordu. ZAten ‘mickey’ dalga geçen ve ciddiyetsiz yaramazlık yapan kişi demek ya…kısacası tiye almak.

İlk sesli çizgi film idi zaten, komik sesler ve kemirme sesi gerekiyordu.

Pamuk Prenses ve 7 Cüceler, Donald Duck, Mary Poppins, Sığır Adam Woody ve hatta Aslan Kral başarılarının büyük kısmını fareye borçludurlar, çünkü başarısı dehşet vericiydi. O kadar ki Japon İmparatoru Hirohito Fare Mickey’i izlemeden uyuyamazmış. Kaldı ki Türkiye'den de biliriz ki farecik sadece çocukları eğlendirmek için değil emekliler ve hatta iş yerinde televizyon olan gizli işsizlerin başlıca eğlencelerinden biri değil miydi? 40 civarında ülkede izleniyordu o zamanlar.

O kadar ki; günümüzde tablet ile büyüyen çocuklar gibi 1950’li yıllarda Mickey Mouse ile yetişen nesle ‘mouseketeer’ deniliyordu. Elvis Presley döneminin ünlü kadın sanatçısı Annette Funicello da ününe çocuk yaşta Disney stüdyolarında kavuşmadı mı?

1930’lu yılların ekonomik buhranının imdadına Pamuk Prenses ve 7 Cüceler yetişti ve yaşanan hayal kırıklığının ilacı oldu adeta. Zaten Bay Disney de ‘amacımız halka biraz eğlence yaşatmak…hepsi bu!’ demişti. Bu kadar mutsuzluk, hayal kırıklığı, iflas, sefalet ve intihardan sonra.

Yine de bizlerin hatırladığı Disney algısında Bay Disney’in yeri yoktur, çünkü o 1966 yılında kanserden mesleğinin ve kazancının doruğunda öldü. Soğuk Savaş döneminin ve Amerikan algı, kazanç ve büyüklük algısının yüksek olduğu dönemlerde. Devamında ise bir durgunluk geldi. 1980’li yıllarda ise rönesansını yaşadı firma ve para kazanma, dünya çapında daha da bilinir kılınma Michael Eisner isimli kişinin başa geçmesiyle oldu; CEO kavramının hayatımıza girmeye başladığı yıllarda. Aslan Kral’ı kim izlemedi, kim çocuğu ile tanıştırmadı veya hangi anaokulunda izlettirilmedi. Bu da zaten Avrupa’ya; Paris’e bir Disneyland kurma zamanıydı ve kruvaziyer gemilerdeki temel eğlence aracı haline geldi.

Bir de tabi kadınlar iyi bilir; bundan 10 yıl önce gösterime giren Frozen-Karlar Ülkesi para kazanmak için filmde bir erkek kahramanın olmasına gerek olmadığını da gösterdi. Bunun için 1 Milyar Dolar kazanılması gerekti ama oldu…’Let it go!’ denilmeye başlandı bu duruma.

Yani politik mesajlar da vermeyi ihmal etmedi.

O zaman Bay Disney'in sözü ile noktalamak uygun olur;

‘Hayalleri gerçekleştirmenin sırları: merak, güven, cesaret, tutarlılık ama hepsinden önemlisi güvendir. Bir şeye inandığınızda ona sonuna kadar inanın.’