Soğuk bir Çarşamba günü, 28 Kasım 1599, öğleden sonra saat dört civarında İstanbul’dan Britanya İmparatorluğu’na gitmek üzere Hector isimli bir gemi yola çıkarak Nisan 1600’de Dover Limanı’na vardı.

İçinde İstanbul’a giden, Sultan Mehmet’in huzuruna çıkan, Harem’e kadar sokulan Thomas Dallam isimli bir org ustası vardı ve orgu Osmanlı sarayı için kurarken ve devamındaki izlenimlerini kaleme aldı. Gördükleri, yedikleri, konuştukları bir yana bizim için hiç de hoş olmayan, kabullenmekte zorlanacağımız, okurken üzülüp daha ziyade utanacağımız şeyler yazdı. Hediye kabul edilen rüşvetler ve…Osmanlı Hanedanı Evi’ne, House of Osman’a, o zamana kadar sunulan en pahalı şeyi anlattı.

Hediye diyemeyiz, rüşvet sanki…Muhteşem bir org ve karşılığında satın aldıkları 350 yıllık ticaret gelirleri…

Bu konuda içiniz sızlayarak ilgi duyup okuyacağınız birkaç kitap var. Hepsi de utandırıcı olan iki konuya parmak basıyor. Türklerin yenilikten bihaber oldukları ve her şeyi şeytan işi kabul ettikleri ile saray erkanının nasıl da rüşvete boğulduklarıdır.

Ne acı değil mi? Özellikle ticaret ayrıcalıkları olan kapitülasyonlar verirken Valide Sultan’dan Bostancı Başı’na kadar…doymak bilmez bir bir surette. Ardından da bu paralarla hayır işleri, vakıflar falan yapıldı.

Siz hala Osmanlı’da ticaret faaliyetinde bulunan Avrupalıların hiçbir surette Osmanlı Hukuku’na tabi olmamalarını sömürgecilik benzeri şeylere mi bağlıyorsunuz?

Org ustası Dallam padişahın İstanbul’da kalması teklifini reddedince kendisine en güzellerinden iki cariye veya arzu ederse dünyanın en güzel, en beyaz, en egzotik bakireleri önerildi.. Ancak, karısı ve çocuklarının kendisini bekledikleri yalanını uydurunca belki Osmanlı Saray Haremi’nin cazibesi fikrini değiştirir diye düşünülmüş olmalı ki tüm hareme sokuldu. Günlüklerine düştüğü notlar uydurma olamaz. Bugün bile Harem Dairesi’ne girince görebileceğimiz ve kendisinin içeriye kadar alındığını anlayabileceğimiz türden tanımlama yaptı. Modern zamanda tarihçilerin, müze küratörlerinin veya sarayı ziyaret edince sıradan insanların da şahit olacağı ve hala geçerli tasvirler sundu. Harem kadınlarının gerdan, bacak, halhallarından söz etti. Elbiselerinin zenginliğinden, kumaşın kalitesinden ve üzerine giyilen bedenin güzelliğinden bahsetti….yüksek topuklu nalınlara varıncaya kadar.

Original kaynağa baş vurmak ve ifadeyi orijinal şekliyle sunmak daha doğru olur. Ayrıca, uydurmadığımın da kanıtı olsun ama şurada satır arasında… ‘Turks are endlessly bribable and so could not be relied on’ diye yazdı.

Elbette İstanbul Boğazı’nın Thames Nehri ve Seine Nehri’nden daha temiz olduğunu anlattı, akıntının verdiği serinlikten bahsetti ve İstanbul kadınlarının el işçiliğinde ne kadar mahir olduklarını ve oya işlemeciliğinin güzelliğini yazdı.


Sultan’ın gözünün içine bakamadığını da yazdı ama parmağındaki kıymetli taşlarla süslü yüzüğün büyüklüğü ve görkeminden nasıl da ayrıntılı bahsettiği düşünülürse etraflıca incelemiş olduğu anlaşılıyor.

Dallam usta ülkesine döndükten sonra olanları Orhan Pamuk Bey hararetle okuduğunuz sanat ve tarih tahliliyle ‘Benim Adım Kırmızı’ isimli en çok satan kitabında şöyle tamamladı; “İstanbul halkının ayak takımı ve alıklar kalabalığıyla birlikte kayıtsız bir hayranlık duyduğu saatin Padişahımız ve dinine düşkün yobaz takımı için keferenin gücünü gösterir haklı bir huzursuzluk kaynağı olduğunu Kara ve Ester bana ayrı ayrı yetiştirdiler. Bu çeşit dedikoduların arttığı bir devirde, ondan sonraki Padişah Sultan Ahmet'in bir gece yarısı Allah'ın bir ilhanlıyla uykusundan uyanıp, gürzünü kapıp Harem'den Has Bahçe'ye inip saati ve heykellerini tuzla buz ettiğini işittik.

Tarihi hakikatleri romanlardan mı öğreneceğiz?’ diye sorabilirsiniz…filmlerden iyidir…derim.

Ben zaman zaman iyi ki dönmüş ülkesine diye geçiririm aklımdan…neden mi? Bakın devamında, ülkesine dönünce neler yapmış, hangi ibadethanelere hünerli elleriyle dokunmuş.

1605 yılında King’s College Şapeli orgunu yapması için işe koyuldu ve 370 Sterling karşılığında bir yılda tamamladı. Ardından da Westminster Manastırı, Norwich Katedrali ve Windsor Kalesi Aziz George Şapeli orglarını tasarladı birer yıl arayla. Sonra da Eton Koleji, Edinburg Holyrood Sarayı ve Durham Katedrali geldi. Yani, bizler için ziyaretgah niteliğindeki bu ibadetlenelerin görkeminine etki eden önemli bir faktör değil midir Thomas Dallam…?

Bu 7 eserden bir tanesini dahi görmediyseniz hala…2023 yılı için dileyiniz o zaman.