46 yıllık yaşamına şahane eserler sığdırdı…biz ne kadar farkındayız?
Bugün ölümünün 75. yılı, saygıyla anar İngilizler ama bir de hatıra para koleksiyoncularının sevinci var işin içinde. 2 Pound madeni hatıra para üzerinde eserlerine ve özellikle Hayvan Çiftliği kitabına vurgu yaparak 75. ölüm yıldönümünde onu anmak şahane olmuş.
Kasım ayında Oscar Wilde okumak gerekir derseniz Ocak ayında da George Orwell derim.
O zaman Bay Orwell’i analım.
Gerçek adı ile başlamalı; Eric Arthur. Orwell Nehri onun en sevdiği nehir olduğu için onu soyadı yapar; adı da İngiltere'nin koruyucu azizi George-Yorgo'dan gelir.
İkinci Dünya Savaşı’na kadar hayatını Hindistan, İngiltere, Burma ve İspanya’da ve Paris’te yazar ve öğretmen olarak sürdürdü. Bu dönemde yaşamın her halini, yönetici ve çalışan kesimi gördü ve eleştirdi.
Çürük kabul edilip askere alınmayınca BBC Radyo’da çalışmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı'nın arefesinde ve korkusunda Hitler Almanyası'nın ne yapmaya çalıştığını anlamaya dönük programlar yaptı ve tabi Hitler'in Kavgam isimli eserinden alıntı yaptı. Bu programları, okulamarı ve alıntıları savaş sonrası çıkan Hayvan Çiftliği kitabında ve kötülüğün boyutlarını okuyucuya aktarmasında işe yaradı; zamanla da hep sosyalizmi ve hem de liberal sistemi eleştirdi.
Yani savaş ile beraber de en şahane eseri ‘Hayvan Çiftliği’ni yazdı.
Benzetme çok çarpıcı bulunsa ve savaşan tarafları, Hayvan Çiftliği eserini okuyunca belki sadece ikinci Dünya Savaşı dönemindeki Rusya, İngiltere, Almanya’daki yönetici sınıfı, çalışan sınıf ve savaşan sınıf hatırlanır ama bence Türkiye siyaseti de neredeyse tamamen burada. Sadece kabul edip okumak gerekir.
Hayvan Çiftliği’nde olanlar, mensupları, halleri ve karakterleri nasıl da Türkiye’nin siyaset sahnesindeki iyileri, açları, masumları, düşünmeyenleri, kavgaya tutanları andırıyor; eskileri ve yenileri ile.
Zorlarsak Bay Jones bana İsmet İnönü'yü anımsattı; İkinci Dünya Savaşı’ndaki savaşmama kararı, dirayeti, ancak savaş şartları yaşanıyormuş gibi hareket edip seferberlik uygulaması. ‘Aç kalmış olabiliriz ama evlatlarınızdan olmadık!’ yaklaşımının pek de anlaşılmaması. Hikayedeki çiftlikte de zaten Snowball kontrolü eline almıştı ve yaşanacaklardan herkes bihaberdi.
Komünizm tehlikesi...
Emperyalizm tehdidi…
Kurnaz ve iktidar alevindeki politikacıların baskıcı ve acımasız duruşları ve Stalinci olmayan SOL…tüm bunların hepsi tarihte şahit olduğumuz haliyle yansımış hikayeye.
Çiftlikte ‘Pinchfield’e Ölüm!’ sloganıyla şahlanıp yan çiftlik ile tüm ilişkilerin kesilmesi, sahibi Frederick’in lanetlenmesi ve hatta güvercinlerin bile o Pinchfield Çiftliği hava sahasında uçmaması ve devamında ilişkilerin normalleşmesiyle kerestelerin Frederick’e satılması…Kahrolsun İsrail sloganını hatırlatıyor bence; diğer çiftlik İsrail’e işaret etmiyor mu?
Diplomatik ilişkilerin askıya alınması, karalamalar ve sonra artırılan ticaret hacmi; bence ticaret yapmakta bir sorun olamaz tabi; limondan tıbbi cihaza kadar maharetli ürünler; bizim limonlarımız Avrupa sınırından yüksek dozda zehir içerdiği için geri gönderilirken.
Daha önce bu lanetlenen ülkeler diğer komşu ülkelerimiz değil miydi?
Ya daha önce düşman ilan edilen Foxwood Çiftliği ile ilişkilerin yeniden geliştirilmesi ve biz aslında ‘Aldatıldık’…dostluğumuz baki’ denilmesi?
Rusya…Suriye ilişkileri?
Napoleon ile Snowball karakterlerinin önce birer dost ancak sonrasındaki çıkarları, düşman olmaları ve birinin diğerini ihanet ile suçlaması ve karşılıklı baltalamalar bize zamanındaki tehlikeli işbirliğini ve devamındaki ayrışmayı hatırlatmıyor mu?
Zorlu şartlarda yapılan, çiftliğin bireylerinin gıdasından kesilerek finanse edilen ‘Yel Değirmeni’ projesinin de fiyasko ile sonuçlanması; aşkla çiftliklerinin kalkınması için çalışan hayvanların hali de ülkemizdeki atıl havaalanlarına, pahalı ve görev zararı yüksek köprülere işaret etmiyor mu?
Yılgı ve korku gezmiyor mu bu tür ülkelerde, en başında da Türkiye’de, çiftlikte olduğu gibi?
Yöneticiler şölen sofrasında değil mi?
Ezilenler, garibanlar korku içinde şölen sofrasını seyretmiyor mu?
Ya yanındaki korumalar olmadan dışarı çıkmayan ve çatlak ses çıkınca köpeklerin hırlamasını emreden Squealer?
Zırhlı araç gereksinimi içerisindeki Diyanet İşleri’ne benzetebiliriz zannımca, rahatlıkla…
‘Yaradan şükretmemizi istiyor; başımıza gelen her şey bir sınavdır’ da neden sınav salonuna alınan sadece halktır da sizler muafsınız diye sormuyoruz…
Orwell hikayesinde okuma yazma bilmeye de değiniyor ve bu olup bitene ses çıkarmama durumunu eğitime bağlıyor; eserde çiftliğin meleşken koyunları kendilerine ezberletilenleri söylüyorlar. Sık sık otlatmaya ara verip bu şarkıyı meeeeeeliyorlar; Napoleon'un
Hayvan Çiftliği ‘İki Üçlü bir Yergi Mızrağı’ değil mi bu haliyle…?
Kitaplar ufuk açıcı şeyler bence; okuyunca ille de mutlu olmamıza gerek yok lakin ‘korkunç bir sona giden’ bir masaldan çıkaracağımız dersleri kimse anlatamaz, George Orwell’in kendi ifadeleriyle okumak gerekir.
Bence Orwell kanundan, nizamdan, kuraldan, adaletten uzaklaşınca toplulukların, ülkelerin -ki eserinde çiftliğin- nasıl bir afete doğru sürüklendiğini bundan 80 yıl önce nasıl da anlaşılır bir mahirlikle irdeledi. Komünist rejimin ağır ve acımasız şartlarını yererken diğer karşı rejimi de övmemesi ne kadar da tutarlı.
Kendi yazgısını elinde tutamayanlara, yönetenleri sorgulamayan araba beygiri Boxer’in ‘daha fazla çalışacağım ve şükredeceğim' örneği çarpıcı gelmeli. Ders çıkarmamız insanı özelliğimiz değil midir?
Boxer artık arabayı çekemeyecek kadar kudretten düşünce kasabın bıçağını boylamasında kendi kusurları da yok mudur?
Özgürlüğünü savunamayanların ödediği bedel ağırdır’ der aslında bu masal; gerçekleri de acı bir surette hatırlatarak.
Ben bu masalı yıllar evvel aklım BİR KARIŞ HAVADA okumuşum, üzüldüm. Şimdi olgun ama daha cesur yaşlarımda bir daha okuyunca kendi adıma da ders almadığıma içerledim.
Hatıra paranın kenarlarında da “There was truth and there was untruth.” yazıyor.