Dostlar bu hafta 40 yıl önce 6 Mayıs'ta idam edilen Denizler'in anısına idam cezalarını yazmak istiyorum...

İdam cezalarında geriye dönüş yoktur. Üstelik suça konu olan eylem bir süre sonra 'suç' olmaktan da çıkabilir... İdam her açıdan ilkel ve çağdışı bir cezadır. İnsanın canına kasteden bu bu cezayı desteklemenin de düşünce özgürlüğü ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Nasıl ırkçılığı savunmak insanlık suçuysa, idam da öyledir...

Türkiye, idam cezalarında karnesi kırık, halkının vicdanı yaralı bir ülke... 16 Eylül 1961'de Demokrat Parti'nin lideri ve dönemin başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi. Günümüzde; Türkiye'yi emperyalizme göbekten bağlayan DP'nin günahları yerine, bu 3'lüye yapılan haksızlık geriye kaldı.

Tam tersine emperyalizme ve onun yerli uşaklarına karşı başkaldıran devrimcilerden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan da 6 Mayıs 1972 tarihinde Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde idam edildi. İnfazdan yana oy kullanan dönemin AP genel başkanı Süleyman Demirel'in "onlardan bir üçlü" dediği söylenir... Geçen hafta da Turgut Özal’ın, 1972'de henüz bir bürokrat iken, ABD'den mektup gönderip Türkiye’deki solun memleketi dışarıda zor durumda bıraktığını öne sürdüğü, idam kararı verilen devrimcilere “Acıyıp bir şans daha vermeyelim” dediği ortaya çıktı.

Denizler asıldığında 14'ündeydim. Ailemin ve komşularımızın bu idama çok üzüldüğünü iyi hatırlıyorum.

12 Eylül 1980 faşist darbesi döneminde ise 17 yaşında olmasına rağmen iki kez kemik saydırarak idam edilen Erdal Eren'i tanırdım... Erdal'ın idamı beni çok derinden etkiledi... İdam cezaları için dönemin cuntabaşı Kenan Evren, ""Asmayalım da besleyelim mi" demişti...

Türkiye'de bu ilkel ceza, AB'nin de zoruyla 2006'da kaldırıldı...

İdam cezalarını günümüzde uygulayan bir elin parmağı kadar ülke kaldı. Bunlar arasında ABD, İran ve Çin sayılabilir...

Gelelim İngiltere'ye... İdam cezası 1964'de kaldırılmış. 1998'de de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde yer almış. 1980'lerin muhafazakar başbakanı nam-ı diğer "Demir Lady" Margaret Thatcher, çok çaba göstermesine karşın bu ilkel cezayı geri getiremedi. Polis dernekleri ülkeyi sarsan tecavüz gibi yüz kızartıcı suçlarda bu cezayı gündeme getirse de hep avuçlarını yaladılar.

Yeri gelmişken Londra'daki bizim toplumdan da iki laf etmek isterim. Çoğunluğu demokrat olan toplum üyelerinin bu cezaya karşı olduklarını düşünüyorum. Bazı istisnalara da tanık oldum hani... Örneğin Erol Başarık isimli bir zevat, bir parti kurmuş ve (toplumun hiç sorunu kalmamış gibi) merkez Londra'daki esnafı rahatlatmak için "Congestion" denilen otolara ücretli girişi kaldıracağını vaadetmişti... "Ne alaka?" diyeceksiniz ama bu muhterem bir toplum gazetesine de idam cezalarının geri getirilmesi gerektiğini savundu... Nefes darlığı geçirten bir durum yani...

Geçen yıl CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Westminster Parlamentosu'daki toplantısında Başarık'a rastladım. Söylemesem dilim şişerdi. Yüzüne "Öyle 'Demokratım', 'CHP destekcisiyim' diyen bir adamın idam cezalarını savunmasından dolayı utandığımı" söyleyip benim yanıma bir daha yaklaşmamasını söyledim... Allahtan döndü arkasına gitti.

Neyse dostlar, özet olarak idam cezalarını savunmak aptallıktır, ahmaklıktır, geri zekalılıktır, meczupluktur... Dahası da var faşistliktir...

(www.acıkgazete.com'dan alınmıştır)