Londra’daki yazılı basın emekçileri Hürriyet’in uzun yıllar temsilciliğini yapmış olan Faruk Zabcı ile Kazım (Akkuş) Usta’nın Efes restoranında 3 Aralık (2023) akşamı bir araya geldik. Zabcı şimdi özel bir bakımevinde. 76 yaşındaki eski gazeteci, meslektaşlarını görünce sevindi. Hürriyet Londra’da bir dönem çalıştığım arkadaşlarım Mustafa Köker, Nevsal Elevli, Mihrişah Safa, Halil Yetkinlioğlu, Celal Sönmez, Gonca Yağcı, Nurten Beyhatun, Betül İyilik ve gecenin organizötörü Mehmet Taisi Güzel ile geceye katılan Nural Ezel, İzzet Edige ve Şener Sağlam evlerine döndüklerinde ne düşündüler bilmiyorum ama bir tarih öncesinde hayatın bizleri eninde sonunda köşeye sıkıştıracağını öngörmemiz olanaksızdı.

Zabcı, Hürriyet Londra temsilcisi olarak Oxford Street’teki (D’Arbly Strett) ofisinde Hürriyet’in İstanbul’daki merkezi için haber göndermekle sorumluydu ama asıl sorumluluğu başka işler de yapan patronların Londra’daki yardımcısı olmaktı. İnternetsiz dönemde bu önemliydi. Galatasaray Lisesi’ni bitirmiş, İngilizcesi kadar Fransızcası da mükemmel olan Zabcı; asla küfür etmez, nefret duymaz ve kin tutmaz. Bir başka özelliği de içki içmez, ısrar karşısında içerse de bir kadeh rakıdan da körkütük sarhoş olur. Farklı bir düşünme yöntemi olan Zabcı için öncelik ne yazık ki hep patronlarıydı. Sanırım 2003’tü, telefonda Hürriyet’in patronu Aydın Doğan’ın kızı garip bir marka adı verip ondan 5 kutu istediğini söylemişti. Zabcı telefonu kapattıktan sonra bizden onu bulmamızı istedi. Biz de haliyle “O ne?” diye sorduk. Bizimkisi “Bilmiyorum ama patronu da arayıp soramam” dedi. Dükkân dükkân gezip o mereti sorduk. Sonunda bir eczacı “diş macunu markası” dedi. Zabcıyla buna benzer “güler misin, ağlar mısın?” türünden yüzlerce anım var…

LONDRA HÜRRİYET’İN GEÇMİŞİ

Londra Hürriyet’in başlangıç tarihine dönersek; Hürriyet’i ilk Namık Kemal 1868’de Londra’da çıkarsa da 1948’de Sedat Simavi’nin kurduğu Hürriyet’in Londra tarihi Necati Sağer’le başlatılabilir. İlk toplum gazetesi “Türk Sesi”ni 1959’da çıkaran Kıbrıslı Necati Sağer, Birleşik Krallık’taki Türkiye ve Kıbrıs’tan gelenlerin 150 yıllık tarihi “Londra’daki Bizim’Kiler”i yazarken Hürriyet için 1954-58 arasında temsilcilik yaptığını söylemişti. Sağer arşivini kitaplaştırmadan ve araştırmacılarla paylaşmadan 2018’de 89’undayken Londra’da vefat etti.

Doğan Uluç 1964-70 arasında Hürriyet’in Londra temsilcisi olur. “Kupa Ası” başlıklı kitabı olan Uluç, yaşadığı ABD’de 2022’de yaşamını yitirdi. Kitap çalışması sırasında telefonla görüştüğüm Uluç, 1960’lar Londra’sındaki bizim toplumu anlatmıştı.

Londra Hürriyet’te 1970-88 arasında temsilcilik yapan Nuyan Yiğit de toplumda iz bırakanlardan. “Londra’ya Sever misiniz?” başlıklı kitabı olan Yiğit, 1974 Kıbrıs Harekatı sırasında dönemin başbakanı Bülent Ecevit’i özellikle Londra gezisinde yakından izler. Yiğit, ne yazık ki benim gözümde sınıfta kalan bir gazeteci. Toplum tarihinde en önemli kırılma noktalarından 1974’teki Wimpy Grevini “komünistlerin işi” diyerek haberleştirmezken, 2 Mayıs 1977’de Arap şeyhlerinin desteği ile “yeşil kuşak” projesinin bir parçası olan Shacklewell Lane Camisi için “Şükür Londra Türk camisine kavuşuyor” manşetini atmış. Nuyan Yiğit 2016’da 89’undayken vefat etti. Gazeteci, çerçevenin tamamını algılamalı ve inanç ya da ideolojinin gözünü kör etmesine izin vermemeli. Haber değeri varsa işine gelmese de yazmalı. Öyle değil mi?

HÜRRİYET’TE FARUK ZABCI DÖNEMİ

Yiğit’in yardımcısıyken görevi 1988’de devralan Zabcı, Londra ofisinin kapatıldığı 2015’e kadar görevde kalmayı başararak “En uzun yurtdışı temsilci” ünvanını da kazandığı söylenebilir. Londra ofisinin kapatılma gerekçesini sorarsanız, “Türkiye’nin gazeteler mezarlığına dönüşmesiyle ilintili” derim. Hürriyet de bu süreçten nasibini alarak haberden daha çok propaganda aracına dönüştü. Londra’daki ulusal basına çalışan biz profesyonel gazeteciler de böylece çemberin dışına itilmiş olduk. Kimimiz (benim gibi) toplum gazetelerinde ekmeğini aradı, kendi internet gazetesini çıkararak mesleği sürdürdü ya da evden parça başı haberciliğe geçti. Akıllıca davranıp Türkiye’de bağımsız gazetelerde çalışanımız da oldu hani. Yazılı basın artık “Londra’daki genç meslektaşlarımıza umut vermiyor” desem abartmış olmam. Bu açıdan dostlar, 3 Aralık gecesi Londra’daki “Son mohikanların” buluşması sayılırdı. Ne yazık ki bizden sonrası tufan artık…

Türkiye’nin ilk savaş muhabirleri arasına giren Zabcı, (gazetecilikle ilgisi olmayan) kurgu haberciliğinin de ilk temsilcisidir. Hürriyet’te 1974’teki manşetten çıkan ilk haberi “Kıbrıslı Türklere yapılan Rum mezalimi” haberinde Trafalgar’da yürüyen Kıbrıs Türk Cemiyeti üyelerine boş tabut taşımalarını önerir. Bu kurguculuğu meslek hayatı boyunca da sürer. Örneğin Londra’ya gelen ünlü bir mankene Londra’nın simgesi kırmızı otobüste Türk bayrağı açtırarak Londra turu yaptırması, iki ünlüyü Londra’da sözüm ona “gizli” yemekte buluşturması ya da fotoğraf çekerken poz verdirmesi gibi… İşin kötü yanı Zabcı’nın yanında mesleğe atılanlar da kurgucu oldu.

Zabcı yaşamında olmasa da mesleğinde çok kıskançtır. Hürriyet’te ana sayfaya sürmanşet olduğum bir gün iş arkadaşım Rahati Başar, “Eyvah Zabcı geldiğinde seni ısıracak” dedi. Öyle de oldu. Zabcı önce beni tebrik etmiş, sonra da nedensiz bir tartışma yaratıp İngilizce gazeteleri okumamı yasaklamıştı. Meslektaşım Kemal Erdemol, Zabcı için “vicdanı çok temizdir, çünkü hiç kullanmadı” der. Çok da doğru der. Zabcı’da şeytan tüyü olduğunu da söylemeliyim. Her nedense Zabcı öyküleri dramken hep kara mizaha dönüşür ve kahkahası bol olur. Zabcı canımızı yakmış ya da “vekillerine” yaktırmış olsa da (ancak aile üyeleri arasında olan hoşgörü misali) arkadaşlığımız baki kaldı.

Zabcı döneminde Hürriyet’in Londra bürosu; gazeteci, grafiker, sekreter, reklamcı ve gazete dağıtımcılarıyla çalışanlarının sayısı 10’u bulan yoğun bir ofisti. Londra Hürriyet ofisindekilerin patronu haliyle İstanbul değil, temsilcisi Zabcı ve onun kurduğu şirketti. Her gün işyerine yeni bir sistem getirmeyi planlayan Zabcı her patron gibi patrondu. Çalışan herkesin mutlaka Zabcı’dan özlük hakkı ya da kırgınlığı kalmıştır. Akıllarda kalan bir başka özelliği de gazeteciliğin “g”sinden anlamayan kadın arkadaşlarını ofiste patron kılması, onlara karşı şaşılacak biçimde aşırı cömert olması ve “gazeteci” payesi vermesiydi. Tabii özel yaşama saygılıyız, burada biz Londra Hürriyet çalışanlarını etkileyen kısmını anlatıyoruz. Ofise reklamcı olarak gelen bir kadın, çetin ceviz çıktı. Kısa zamanda “Tek kadın”lığını ilan edip ofisi “boşalttı”. Bu konuda roman yazılabilir. Ayrıca Zabcı’nın kuşağındaki diğer ulusal gazeteciler için haber atlatmak neyse de meslektaşlarını kösteklemek adettendi. Bu abiler efsane 68 kuşağının özelliklerinden nasibini almamış tuhaf ve bencil bir gazeteci grubuydular. Benim kuşağımın ise tam tersine meslek dayanışmasına önem verdiğini belirtmeliyim.

TOPLUMUN FOTOĞRAF ARŞİVİ YOK OLDU

Londra Hürriyet’te 1990’larda ve 2003-04 aralarında çalışmıştım. Gazete toplumun en büyük fotoğraf arşivine sahipti. Bu süreçte gönüllü olarak bütün fotoğrafların kimliğini çıkartıp dijital ve klasik arşivlemeyi başardım. Öyle ya bir gazeteci çağının tanığıdır ve tanıklığını gelecek kuşaklara en doğru ve en yalın olarak aktarmalıdır. Arşivde neler yoktu ki? 1960’dan bu yana Londra’daki ahvalimiz, ilk göçmenler, Wimpy Grevi, tekstil işçileri, eşit işe eşit ücret kavgasındaki kadınlar, ilk dernek toplantıları, ilticacıların ve Kürtlerin çilesi, öğrenci ve AuPair’lerin serüveni, saunalara düşürülen öğrenci kızlar, sokak protestoları, işgaller, Türk ve Kıbrıslı politikacılar, toplumun lokomatif yüzleri, ilk tekstil fabrikaları, ilk kebapçılar, ilk konserler, ilk kurumlar…

“Londra’da Bizim’Kiler”i yazarken kendi düzenlediğim Londra Hürriyet arşivinden de yararlanmak istedim, Zabcı izin vermedi. “O kuşak öyleydi” deyip kendimi teselli ettim. Geçen yıl da dijital arşivin yok olduğunu, klasik arşivinde evde yer olmadığı için çöpe atıldığını öğrendim. İçim cız etti!

Zabcının artıları da çok tabii. İngiltere basınına fotoğraf satmayı da başaran Zabcı’nın haber koklama, haberi farklı yollardan kovalama, haber peşinde masraftan kaçınmama ve risk alma gibi maharetleri övgüye değer. Zabcı’nın Afganistan’da 2001’de çektiği “Kafesteki Taliban esirler” fotoğrafı İngiltere basınında da yankı uyandırmış ve hak ettiği ödülleri de almıştı. İyi haber ile iyi haberci arasında çekim olduğunu düşünürüm hep. Asala terörünün gündemde olduğu 70’li yılların sonunda Ermeni asıllı Fransa doğumlu Belçikalı şarkıcı Adamo’nun tesadüfen uçakta yanına oturmasıyla yaptığı söyleşinin gündeme oturması gibi… IRA terörü olduğu dönemde olayları en çok fotoğraflayan gazeteci olunca, “anti-terör” ekipleri IRA ile arasında bağ olduğunu düşünüp Oxford Street’deki evini basmıştı.

Zabcı toplumun yarım asırlık tanığı olarak önemli bir isim. Türk Toplumu Futbol Federasyonu’nun 1976’daki kurucuları arasındadır. Toplumumdaki futbol faaliyetlerini gazeteye taşıyarak gençleri spora teşvik etmesi, şimdiye kadar takdir edilmemiş büyük bir katkıdır. Zabcı’nın biyografisine “Londra’da Bizim’Kiler” kitabımda toplumdaki 100 lokomatif isim arasında yer verdim.

Bir gazeteci yayınlanmayan haberinin peşinde koşmalı. Her ne kadar bir haberi yayınlama kararı genel yayın yönetmenin iradesine bağlı olsa da bir gazeteci; haberinin dosyalanıp reklam vermeyen müşteriye karşı ya da ileride başka işler de yapan patronun çıkarı için şantaj dosyası olmasını istemez. Zabcı’nın Londra’daki uzun temsilcilik döneminde gündem oluşturacak pek çok haberinin garip bir şekilde Hürriyet’te yayınlanmadığına tanık olduk. Tabii bu durum iki uçlu bir değnek ya yapılanı içinize sindireceksiniz ya da çeketinizi alıp kapıyı çarpacaksınız. Bir üçüncü yol da Hürriyet İstanbul’da çalışırken benim yaptığım gibi gazeteci arkadaşlarınıza haberi vererek başka gazetelerde yayınlanmasını sağlayacaksınız. Zabcı, dördüncü yol olarak yaşlandığında anılarını yazmak istedi. Kendi deyimine göre “kendisini yaşlanmış hissetmemek için” de bir türlü yazmaya başlamadı. Haaa bu arada Zabcı siyasi duruş olarak hayatımda gördüğüm bir kaç renksiz karekterden birisidir. Siyasi tartışmalara girdiğini, polikitacıları eleştirdiğini hiç görmedim. Habercilikte beyaz bayrak taşımak önemli ama onun dışında “renksiz”lik zor zanaat doğrusu.

LONDRA BÜRODAN ENDER ERTURAN GEÇTİ

Londra Hürriyet anlatılırken Ender Erturan unutulmamalı. Toplum basınında ilk basın şehidi sevgili dostum Ender Erturan’ı da burada yâd etmek isterim. Ender’i 1996’nın 26 Ağustos’unda yitirmiştik. Zabcı’nın temsilci olduğu Londra Hürriyet’in haber sorumlusu olarak kendi uçağı ile gittiği Manchester’dan dönerken uçağı düşmüştü.

Ender henüz 27’sindeydi. Londra Hürriyet’te çalışan bir arkadaşımızın kardeşi 20 yaşındaki Yunus Osmanağaoğlu da sevgili Ender’e son yolculuğunda eşlik etmişti. Sevgili Ender, Zabcı’nın kuzeni Mine Zabcı ile evliydi. İkilinin Can adında bir de oğulları var.

Dostlar 3 Aralık yemeği bir vefa ve güzel günler anısına bir araya gelişti. Londra’daki toplumun yarım asırlık tanığı, acısıyla tatlısıyla pek çok anımız olan meslektaşımız Zabcı’yı görmek hepimizi sevindirdi. Zabcı’nın yüzünde yüzyıllık yorgunluk vardı. Eskisi gibi şaka yapmıyor, karşısındakilere sataşmıyor, kahkaha atmıyor velhasılı gözleri de cin gibi değildi artık. Üstelik lafı eninde sonunda Galatasaray’a da getirmiyordu. “Ahhh Değer miydi?” diye düşünmeden edemiyorum, bizim özlük haklarımızı gasbetmek? Hadi bizi geç ya toplumun mirası? Kendisini öldükten sonra da yaşatacak o değerli arşivi heder etmek. Yazık oldu!

“Yine de” diyorum, “Londra’nın şu puslu gökkubbesinde Londra Hürriyet’ten hoş bir seda kalsın” isterim… Zabcı’ya oğlu Mert ve torunlarıyla upuzun ve huzurlu bir ömür diliyorum. Dinsel olarak algılanmasın ama Faruk Zabcı’dan “hiç bir zaman etmem dediğim” hakkımı helal ediyorum.

(Kaynak: acikgazete.com)