Çünkü Londra’da sadece çalışmakla kalmadım; burada kendimi yeniden tanımladım.
Londra, uzun zamandır yaşadığım, sokaklarını ezbere bildiğim, ritmini öğrendiğim bir şehir. Fakat hâlâ bazen, bu çok kültürlü, çok dilli, çok katmanlı yapının içinde derin düşüncelere dalarken, "Ben burada kendim olarak nasıl var oldum?" diye dönüp bakarım.
Çünkü Londra’da sadece çalışmakla kalmadım; burada kendimi yeniden tanımladım.
Ve anladım ki, bu şehirde kaybolmadan kendini bulmak, bir yön bulma çabası değil;
bir iç sesle kalabilme pratiği.
Zaman geçtikçe şunu daha çok hissediyorum: yeni bir ülkede yaşamak, mesleğimizi sürdürmekten ibaret değil. Kendi değerlerimizi, alışkanlıklarımızı, ilişkilerimizi ve başarı tanımlarımızı yeniden gözden geçirmek demek.
İstanbul’un çok sesli, çok hızlı, iç içe geçmiş ritminden gelen bizler için Londra, başta sessiz gibi gelebilir. Bu sessizliğin içinde çok güçlü bir derinlik var. Ve o derinlikte yön bulmak, kelimelerle değil, varoluşla mümkün oluyor. Londra’da profesyonel varlık göstermek; sadece unvanlarımızla değil, davranışlarımızla, iletişim biçimimizle ve değerlerimizle şekilleniyor.
İş görüşmelerinde, toplantılarda, iş birliklerinde, güçlü olmakla değil, sade ve net olmakla dikkat çekiliyor. İlk yıllarımda çok şey anlatma eğilimindeyken, zamanla az söylemenin etkisini fark ettim. Burada aidiyet farklı bir biçimde oluşuyor. Sadece bir yere “ait hissetmek” değil; kendimize sadık kalarak bu sistemin içinde yer bulmak anlamına geliyor. Uyum sağlamak, özümüzden vazgeçmek demek değil. Hatta, farklı olmak çoğu zaman bir avantaj olarak görülüyor — eğer bu farkı net ifade edebiliyorsak.
Londra’da zamanla öğrendiğim en güçlü şeylerden biri de şu oldu: kendini anlatmak bir beceri değil, bir strateji. İş dünyasında etkili olmak için güçlü CV’lerden çok, kendini doğru tanıtabilmek gerekiyor. Ve bu sadece kelimelerle değil; duruşla, tutarlılıkla, varoluş biçimiyle mümkün.
Yıllar içinde danışmanlık, eğitim ve koçluk süreçlerinde pek çok farklı kültürden profesyonelle çalışma fırsatım oldu. Gördüm ki; bizim gibi çok yönlü, üretken, sosyal yapısı güçlü toplumlar, sistemli ve bireyselliğe saygılı ortamlarda önce zorlanıyor, sonra fark yaratıyor. Çünkü biz hem çözüm üreticiyiz hem bağ kurucuyuz.
O farkı yaratabilmek için önce içeriden sağlam durmak gerekiyor. Londra’da kaybolmadan kendini bulmak, dışarıya değil içeriye bakmayı gerektiriyor. Kendimize alan açmayı, tek başınalıkla barışmayı, kendi değerimizi dış referanslardan bağımsız hissedebilmeyi… Artık biliyorum ki, bu şehirde kök salmak; yalnızca bir ev kurmak değil, düşünce, bakış ve değerler anlamında bir zemin oluşturmak. Ve bu zemini oluşturan her adımda, kendimizi yeniden tanıyoruz.
Kaybolmaktan korkmuyoruz. Çünkü her kayboluş, bizi bir katman daha derinleştiriyor.
Her yol ayrımı, bir yön değil, bir içgörü kazandırıyor. Bugün artık biliyorum: Ben Londra’ya ait değilim; Londra, kendime ait kalarak yaşadığım yer oldu.
M.Efsun Yüksel Tunç
Eğitmen ve Yönetim Danışmanı
Yaşam ve Yönetici Koçu
https://www.linkedin.com/in/efsunyukseltunc/
Instagram @indusefsun
#uluslararasıkariyer #liderlikyolculuğu #kültüreladaptasyon #profesyonelvarlık #aidiyetduygusu #özdenvazgeçmemek #uyum #kişiselfarkındalık #kariyerdeğişimi #yönbulmak