Ağır bir enflasyon süreci yaşadık. Halen de bitmiş değil.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, hâlihazırda Mehmet Şimşek marifetiyle uygulanan ‘faiz temelli’ ekonomi politikalarına karşı olduğu, bir sır değil.
Tüm dünyanın maruz kaldığı Covit Salgını ve Türkiye’nin başına gelen asrın felaketi 6 Şubat Depremleri, o dönem uygulamada olan Türk Tipi Ekonomi Modelini akamete uğrattı.
Neticede Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle dış finans ihtiyacını da dikkate alarak, Mehmet Şimşek’in şahsında görünürleştiği gibi, ‘küresel ekonomi düzeniyle’ uzlaşma ihtiyacı duydu.
İşin buraya kadar olan kısmı, kanımca, kaçınılmaz bir kabulleniştir. Fakat bundan sonraki ‘uygulama’ kısmı, işin rengini değiştirmektedir.
Evet, ülkemizde piyasa fena halde bozuldu. İş yapan, üreten, tüketen hiç kimse, 6 ay sonrasını görerek hesap yapamıyor.
Herkes ürettiği mal ve hizmete, ‘yarın daha beter olabilir’ kuşkusuyla, sürekli zam yapıyor.
Piyasaya hâkim olan, geleceği ‘görmek’ bir yana, elindeki fırsatlarla ‘geleceği kurgulayabilen’ iri kıyım çakallar ise, bilhassa iktidarı zora sokmak için elinden geleni ardına koymuyor.
SİLAHSIZ KOVBOYLAR
Bunlar yetmezmiş gibi, bir de ‘bürokrasi’ denilen ‘hancıların’, kendilerine nispetle ‘yolcu’ olarak gördükleri siyasî iktidarı sabote eden hal ve hareketlerini gözlemliyoruz.
Bilhassa Maliye’nin ‘silahsız kovboyları’, vergi kaçaklarını önleme politikasını da fırsat bilerek, önüne gelene racon ve ceza kesiyor. Bu kargaşadan en büyük zararı da küçük esnaf ve sanatkârlar görüyor.
Tam da bu noktada, bir hususu vurgulama ihtiyacı duyuyorum: Vatandaşın gündemi ve sokağın sesi şeklindeki bakış açılarıyla, bir nevi ‘nabız tutma’ kabilinden aktardığım tespitler, masabaşı gözlemlere dayalı çıkarımlar değildir.
İkametim Ankara olmasına rağmen, senenin dörtte üçünde, ağırlıklı olarak İç Anadolu’nun değişik şehirlerinde bulunuyorum. Bundan sebep, başta küçük esnaf ve sanayi eşrafı olmak üzere, Türk Milleti’nin ‘çekirdeğini’ oluşturan kitleyle birebir iletişim halinde bulunuyorum.
Dolayısıyla, yaptığım toplumsal tespitlerin ‘aracısız’ olduğunu söylemekte sakınca görmüyorum.
SUDAN GEREKÇELERLE AĞIR CEZALAR
Konumuza devam edelim…
İktidar, kamu finansmanını sağlam bir zemine oturtmak, vergiyi tabana yaymak ve çok kazanandan daha çok vergi almak üzere bir strateji belirledi. Belirlenen stratejide bir sorun görünmüyor.
Lakin iş tabana inip, uygulamaya geçildiğinde ciddi sorunlar yaşanıyor. Oto sanayi sitelerinde, çarşılarda, organize sanayi bölgelerinde birçok işletme, kendisini vergi memurları ve teknik denetimler konusunda diken üstünde hissediyor.
Mesela, küçük esnaf ve sanatkâr, her sabah dükkânını açarken, o gün Maliye’nin ‘silahsız kovboylarıyla’ karşılaşmamak için dua ediyor.
Yanlış anlaşılmasın; vergi mükellefleri, kazançlarının vergisini ödemekten kaçınıyor değil. Sorun; uyarmadan, bilgi vermeden, bodoslama kesilen cezalar… Esnaf ve sanatkâr, gelen vergi denetim elemanlarının, sudan gerekçelerle ağır cezalar kestiğinden şikâyetçi. Gidip idareye itirazda bulununca da, “Mahkemenin yolu orada…” şeklinde, ukalaca cevaplara muhatap oluyor.
VUR DEYİNCE ÖLDÜRMEK
Çok yakınımdan bildiğim bir örneği, asansör teknik denetimlerinden vereyim. İç Anadolu’nun bir kentinde denetime giden elemanlar; “Yok şu cıvatanın uzunluğu 2 mm fazla olmuş, yok şu asansör kuyusunun bakım bilmem ne alanı, olması gerekenden 2 cm dar olmuş…” gibi sudan gerekçelerle, eti-budu belli olan küçük işletmelere, yüzbinlerce lira tutarında ağır cezalar yazıyor.
Bu da yetmiyor; gün içerisinde yaptıkları birkaç saatlik denetimin bedeli olarak, işletmeden 40 bin TL para alıyor. Hem de bu 40 bin TL’nin fatura ayrıntılarında, sanki o ilde gece konaklaması yapılmış, lokantalarda yemekler yenmiş, ulaşım için bir yığın araç kullanılmış gibi gider kalemleri derç ediliyor.
Oysa aynı denetimi, Makine Mühendisleri Odası’nın görevlendirdiği mühendisler, birkaç bin TL bedelle yapıyor.
Tıpkı vergi cezalarında olduğu gibi, ‘bürokrasi hazretleri’, bu tür teknik denetim cezalarında da muhatap vatandaşın itirazını dinleyip, haklı olduğu yerlerde anlayış göstermek yerine, doğrudan mahkemenin yolunu gösteriyor. Hatta bu konuda, ‘idarenin’ ilkesel bir karar aldığı ve isteyen herkesin mahkemeye gitmesi noktasından meseleye yaklaştığı söyleniyor.
SAYIN YERLİKAYA!..
Diğer taraftan, trafik denetimleri ve kesilen cezalar, sıradan vatandaşın canını yakan ve asabını bozan bir hal almış durumda.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, her hafta mutat açıklamalarla, yapılan trafik denetimlerinin sayısı, konusu, tespitleri ve kesilen cezalarla ilgili ‘bilgilendirme’ yapıyor.
Buradan, iyi niyetli bir uyarı olarak seslenmek istiyorum:
Sayın Bakan!.. Siz, yaptığınız denetimlerin ‘görevin iyi yapılmasının gereği’ olduğunu ve neticede bütün vatandaşların trafikteki can ve mal güvenliği adına yürütüldüğünü varsayıyorsunuz. Muhtemelen teorik olarak haklısınız.
Ancak, siz bir ‘bürokrat’ değilsiniz. Attığınız her adımın, vatandaş nezdinde bir karşılığı var. Şu kadar ceza kestik, bu kadar para topladık, diye anlattığınız her işlem, kendisine seslendiğiniz vatandaşların cebine uzanan ve canını fena halde yakan birer ‘uygulama’ niteliğindedir.
Lütfen, bu tarz ‘bilgileri’ verirken, vatandaşların sizin ‘çalışkanlığınızı ve görev aşkınızı’ takdir ettiğini fehmetmeyin. Bizzat yaptığım sohbetlerden biliyorum; vatandaşa kesilen cezayı uygulamak zorunda olan trafik polisleri bile bu durumdan inanılmaz ölçüde rahatsızdır.
Oysa tüm bu uygulamalarla kesilen ceza paralarının toplamı, haksız yere uygulanan hasta ve evde bakım hizmetlerinin yükünü dahi karşılamaya yetmez.
Bilesiniz istedim…
FATURA BİZZAT ERDOĞAN’A
Mevzuyu toparlarsak; siyasî iradenin, ülke ekonomisini düzeltmek, kamu finansmanını daha sağlam bir zemine oturtmak ve vergiyi tabana yaymak gibi iyi niyetli amaçlarla uygulamaya koyduğu tedbirler, ‘bürokrasi hazretleri’ tarafından, bizzat kendi ‘derebeyliğini’ tahkim amacıyla, fena halde kullanılıyor.
Vatandaşın canını yakan, devletinden ve oy verdiği iktidardan soğutan bu anlamsız uygulamaların faturası da, bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan nezdinde iktidara kesiliyor.
Bu da bilinsin istedim.