Bir Papa daha rüzgâr gibi gelip geçti. Bir de, evkâr-ı umumiyemizi delip geçti. Ayağımıza gelen muz gibi ortayı ıskaladık. Oysa, Haçlı dünyasına atılacak buz gibi bir gol fırsatıydı.
Papa 14. Leo’nun ilk yurtdışı seyahatini Türkiye’ye yapması; ülkemizdeki azınlık Hıristiyan mezhep temsilcileriyle temaslar kurması, 325 yılındaki İznik Konsili’nin 1700’üncü yıldönümü münasebetiyle bu güzel ilçemizde bir seremoniye katılması ve nihayet İstanbul’da kapsamlı bir ayin yönetmesi, bizim ‘ideolojik fay hatlarımızda’ ilginç hareketlenmelere yol açtı.
Medyamızda, Papa’nın ziyareti, bazı eleştirilere rağmen genelde olumlu karşılandı. Türkiye’nin bugün geldiği noktadaki askerî, kültürel, toplumsal ve iktisadî düzeyini bir ‘özgüven’ olarak gören geniş kitleler, Papa ziyaretinden dolayı bir endişe/keder üretmedi.
Fakat Türkiye’yi Balkan ve Birinci Dünya savaşlarından yeni çıkmış, bitkin ve zayıf bir ülke gibi gören mutsuz/endişeli çevreler ise, Papa ziyaretini, neredeyse ülke bağımsızlığına yönelik açık bir saldırı gibi karşıladı.
Bu noktada; her daim birbirinin gözünü oymak için fırsat kollayan; Hilafeti kaldıranların halefleri ile Hilafet geri gelsin diye siyaset yapanlar dahi ittifak etti. Kendisini ‘Kemalist’ cepheye yazanlar ile ‘Siyasal İslamcı’ hizbine dâhil olanlar, Papa’nın gelişinin ‘Müslüman Dünyaya yönelik bir saldırı’ olduğu fikrinde ittifak etti.
NEDİR O MEŞHUR KONSİL?
Şu meşhur İznik Konsili’ne dair birkaç bilgi kırıntısı paylaşalım:
Roma, başlangıçta Hıristiyanlığı reddetmiş; Hazreti İsa’nın takipçilerine rahat yüzü göstermemişti. Ta ki, İmparator 1. Konstantin Hıristiyanlığı kabul edip, siyaseten kullanmayı akıl edinceye kadar…
Roma açısından, ‘bahçedeki dikenleri’ de temizlemek; Hıristiyan mezhepleri arasındaki bazı itikadî sorunları da gidermek gerekiyordu. Bu amaçla Konstantin, 325’teki İznik Konsili’ni topladı. Uzun süren gerginlikler ve tartışmalar sonunda, İznik Konsili, Hıristiyanlıktaki Teslis (Üçleme) inancı ve İsa’nın da ‘Tanrı olduğu’ tezini kabul etti. Buna direnen Antakyalı Arius ve bazı piskoposlar da aforoz edilerek sürüldü.
İznik Konsili, bir rivayete göre 54, başka rivayetlere göre 300’ü aşkın İncil’i eleyerek, bugün kabul gören 4 İncil’in ‘sahihliği’ üzerinde de karar kıldı.
Dolayısıyla 1700 yıl önceki İznik Konsili, Hıristiyan dünyası için hem bir kırılma, hem de önemli bir dönüm noktasıdır.
Şimdi bu tespiti burada noktalayıp; Papa’nın gelişinde ıskaladığımız fırsatı izah için, birazcık tarih gezintisi yapalım.
PAPALIK VE HAÇLI SEFERLERİ
Türkler 1071’deki Malazgirt Zaferi ile Anadolu’nun kilidini açınca, Hıristiyan dünyasının altına bir kazan kaynar su dökülmüş oldu.
Papa 2. Urban, 27 Kasım 1095’te irat ettiği bir vaazda, Türkleri Anadolu’dan kovmak ve kutsal toprakları geri almak için çağrı yaptı. (Ne tesadüf, Papa 14. Leo da 27 Kasım’da Türkiye ziyaretine başladı.)
Birinci Haçlı Seferi öncesinin en ikonik vakalarından biri; Fransız Keşiş Piyer Lermit’in, eşek sırtında Avrupa’yı dolaşarak, ahaliyi, Doğu’nun zenginliklerini yağmalamaya ve böylece Kutsal İsa’ın takdirini kazanmaya çağırmasıydı.
Bizans da, Avrupalı Haçlıların hareketlenmesinden memnundu. Bir yığın ipsiz-sapsızdan müteşekkil çapulcu sürüsü, yani Birinci Haçlı Seferi 1096’da Anadolu’ya ulaştığında, sayıları 600 bine ulaşmıştı.
İznik’i alan Haçlılar, Eskişehir civarında Selçuklu Sultanı Birinci Kılıçarslan tarafından karşılandı. Gücü az olan Kılıçarslan, Haçlılara karşı uzun bir yıpratma savaşı yürüttü. Bunun üzerine Hatay’a yönelen Haçlılar, kenti ele geçirdi. Fakat büyük zayiat verdiler. 600 bin kişiyle yola çıkan Haçlılar, Kudüs’e ulaştıklarında 50 bin kişi kalmıştı.
Birinci Haçlı Seferi, 1099’da Kudüs’ün Haçlı egemenliğine girmesiyle son buldu. Kudüs’te 70 bin Müslüman ve Yahudi, Haçlılar tarafından katledildi.
VATİKAN HER KÖTÜLÜĞÜN ARKASINDA
İkinci Haçlı Seferi, Papa 3. Eugenius'un çağrısıyla, 1147-1149’da yapıldı. Selçuklu Sultanı Mesut, Haçlıları önce Konya’da, sonra Toroslar’da bozup dağıttı. Şam’a yönelen Haçlıların buradaki kuşatması da başarısız oldu.
İkinci Haçlı Seferi, başarısızlığı bir yana, Avrupalı Haçlıların kendi aralarındaki ihtilafları da derinleştirdi. Sefere katılanlar, ‘Tanrı’nın kahrına uğramışlık hissiyle’ geri döndü. Yerinden oynayan taşlar, Birinci Haçlı Seferi’yle Hıristiyanların eline geçmiş olan Kudüs’ün, 1187’de bir kez daha Müslümanların eline geçmesine yol açtı.
Üçüncü Haçlı Seferi, Papa Clemens’in çağrısıyla ve Kudüs’ü yeniden ele geçirmek amacıyla, 1189’da başladı, 1192’ye kadar sürdü.
Selçuklu’nun içine düştüğü taht kavgasının da yardımıyla, Haçlılar Konya’yı işgal etti. Ardından Suriye’ye ulaşan Haçlılar Akka Kalesi’ni kuşatsa da, sonuç alamadı. Böylece Üçüncü Haçlı Seferi, deyim yerindeyse ‘berabere’ sonuçlandı.
İSTANBUL’DA LATİN İSTİLASI
Dördüncü Haçlı Seferi’nin ‘çağrı onuru’ (!) Papa 3. Innocentius’un oldu. Papa 14. Leo’nun Türkiye ziyareti vesilesiyle üzerinde en fazla durulması gereken de, 1202-1204 arasında yapılan 4. Haçlı Seferi’dir. Çünkü bu Haçlı Seferi, Türkleri Anadolu’dan atmak yerine İstanbul’u istila ve yağmalamaya matuftu. Nitekim öyle oldu.
Esasen Ortodoks dünyası ile Katolik dünyası, 1054’teki Doğu ve Batı kiliselerinin ayrılmasından itibaren, giderek birbirine kinlenmiş, düşman haline gelmişti.
4. Haçlı Seferi 1204’te sonlansa da, İstanbul’u işgal eden Haçlılar, burada Latin Krallığı’nı kurdu. Bizans toprakları, Haçlı kralları arasında pay edildi.
İstanbul, 1261’e kadar, 59 yıl boyunca Latin İstilası yaşadı. Bu dönemde Bizans’ın yönetim merkezi ise İznik oldu. Bir nevi sürgün hükümeti…
İstila döneminde Konstantinopolis, kelimenin tam anlamıyla yağmalandı.
Venedik Dükü Enrico Dandolo’nun yönettiği bu istilayla, İstanbul’un Ortodoks Hıristiyanları, Katolik Haçlıların acımasız katliamına uğradı. Uygarlık hazineleri, saraylar, bazı kiliseler ve kütüphaneler yakılıp yıkıldı. Birçok kiliseyle birlikte Ayasofya da yağmalanıp, ahır yapıldı. Bu büyük mabetteki; azizlerin kemikleri ve Kutsal Haç dâhil, değerli eşyaların hepsi çalındı. Ortodoks Konstantinopolis Patrikliği zorla lağvedildi. Bazı iddialara göre, Ortodoks rahibelere Ayasofya’da tecavüz edildi.
KAÇIRDIĞIMIZ GOL FIRSATI
Aristokrat Laskaris liderliğindeki İznik İmparatorluğu, Bizans’tan kalan küçük devletçikleri örgütleyerek, Venedikliler ve Bulgarların da yardımıyla, Konstantinopolis’i 1261’de Latinlerden geri aldı. Yardımlarından dolayı, Galata bölgesi, bazı ticarî imtiyazlarla birlikte Venedikli tacirlere tahsis edildi.
Tabi, istila döneminde Konstantinopolis’in bütün ticaretini ele geçirip, uzun yıllar boyunca sömüren kolonyalist Latin tacirlerin binlercesi, ilerleyen dönemlerde Bizanslılar tarafından katledilerek, bir nevi intikam alınmış oldu.
Latinler, bu katliamın intikamını, Selanik’i yerle bir ederek aldılar. Bizans içinde çıkan kaos; halk ayaklanmalarına, darbelere ve hanedan değişikliklerine kadar uzandı.
Fatih Sultan Mehmet 1453’te İstanbul’u kuşattığında, bazı Bizans yöneticileri Papa’dan yardım istemeyi teklif edince, aklı başında bazı yöneticilerin, “Konstantinopolis’te Kardinal külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim.” demesi, 2 asır öncesinin acı tecrübelerinin hatırlatılmasıydı.
Latin İstilası, Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlar arasında 1054’ten itibaren başlayan düşmanlık ve kan davasını hayli derinleştirmişti. Bin yıla yaklaşan bu küslük, birkaç yıl öncesine kadar devam etmişti.
Papa 14. Leo’nun Türkiye ve bilhassa İznik ziyareti, aslında 1202’teki Latin İstilası’nın hatırlanıp, özellikle Ortodoks dünyasına hatırlatılması bakımından fevkalade önemli bir fırsattı. İstanbul’un Katolik istilası altında kaldığı 1202-1261 arasında İznik’in Bizans’a bir nevi başkentlik yapmış olması, en az 325 Konsili kadar tarihî bir vakadır.
Maalesef, Papa efendinin ziyaretini ıvır-zıvır gerekçelerle tartışan bizim efkâr-ı umumiyemiz, Katolikler ile Ortodokslar arasındaki hiç bitmeyecek kan davasının Vatikan-İstanbul-İznik hattını gündem yapma fırsatını kaçırdı.
