Ezo Sarıcı önderliğinde kurulan Apollo Philharmonic Orchestra, 31 Ekim Perşembe akşamı Londra’nın saygın konser salonlarından St. James Church’de ilk konserini gerçekleştirdi. 40 genç müzisyenin dayanışmasıyla oluşan orkestranın ilk konserini izleyenler arasındaydım. Kilise tıklım tıklım dolu olduğu, Schubert ve Beethoven’ın senfonilerinin yorumlandığı konserde, orkestrayı genç orkestra şefi Kingsley Lin başarıyla yönetti.

Genç virtüözler yetiştirmekle tanınan ünlü müzik okullarının 12-18 yaş arası öğrencilerinden oluşan orkestrasının başarılı yorumu seyirciler tarafından uzun süre ayakta alkışlandı. Apollo Philharmonic Orchestra’sı, kendi özgücüyle ilk konserle varlıklarını kanıtlamış oldu.

Ezo, Türkiye’den Londra’ya yerleşmiş müzisyen anne Suzan ve baba Sedat’ın yine müzisyen bir kızı. Toplumda çocuklarının yolu açık olsun diye İngiliz adı veren ya da Türkçe isimleri Yahudi isimleriyle değiştiren ailelere bile tanık oldum. Suzan ve Sedat tam tersine güzel kızlarına “Ezo” diyerek ona Anadolu kültür taşıyıcılığı misyonunu da yüklediler. Konser öncesinde Ezo misafirlere konseri tanıttığı “hoşgeldin” konuşmasını çok beğendim. Kökleriyle barışık konuşmasında Ezo, ekip çalışmasında emeği geçenleri öven, izleyicilerin her birisini kendisini özel hissettiren bir konuşma yaptı. Ezo’nun bu samimi, enerjik ve heyecanlı halinde dostlarım Suzan ve Sedat’ı gördüm.

Konser başladığında gençler birden devleşti. Sevgili Ezo boynuna dayadığı kemanıyla yüz hatları rahat ve mimikleri kemanın tınılarına göre caz yapıyordu. Konser bitiminde büyülenmiş seyirciler bu gençleri dakikalarca ayakta alkışladı. Bir gazeteci olarak gittiğim haberlerde etik olarak tarafsızlık gereği yorum anlamına geldiği için alkışlamama ilkemi bozarak, “Faruk amca” olarak hem de gözlerim yaşararak alkışladım.

Konserden sonraki günlerde dostum Sedat, telefonda toplumdaki sanatçıları ve dernek temsilcilerini konserde görememekten dolayı sitem etti. Sedat dostum haklıydı. Sarıcı ailesinin binlerce öğrenciye müziği sevdirdiğini, pek çok derneğin enstrüman eğitiminden korosuna katkı sunduğunu ve bütün bu çalışmaları para pul düşünmeden özveriyle yaptığını düşününce o salona izleyicilerin sığımaması gerekirdi. Sarıcı ailesinin ve Ezo’nun henüz küçük bir çocukken bile Açık Gazete gecelerine destek amacıyla sahnede çıkma duyarlılığını unutmak mümkün değil. O konsere üç nedenle gitmek gerekirdi; bir kaçırılmaması gereken bir konseri izlemek, iki Ezo’yu teşvik etmek, üç Sarıcı ailesine vefa göstermek. Tabii benim döndüncü nedenim de haber değeri olan bir konseri kaçırmamaktı…

Ne yazık ki toplumda sanatçılarda bir garip kopukluk var. Sanatçılar kendi etkinliklerine herkesi bekliyor ya da sosyal paylaşım sitelerinde kendi paylaşımlarının beğenilmesini istiyor fakat kendileri aynı biçimde başka sanatçı ya da duyarlılık isteyen etkinlik ve paylaşımlarda göstermiyor.

Neyse dostlarım başka bir konuya atlamak istiyorum. Ezo’yu alkışlarken Vedat Türkali’nin “Bekle Bizi İstanbul” şiirindeki o “Boşuna çekilmedi bunca acılar” sözü aklıma takıldı. Bu ülkedeki birinci kuşak dilini, kültürünü, coğrafyasını, sistemini bilmediği ülkede kolay tutunmadı. Türkiye’den ya da Kıbrıs’tan savrulduğumuzda kolumuz kanadımız da kırıktı üstelik. Kendi profesyonel mesleklerimizi yapıncaya kadar bulaşık yıkadık, kasaplık yaptık, direksiyon salladık, inşaatta taş taşıdık. Çalışırken ırkçıların hakaretine uğradık, arkamızdan tükürdüler, botumuza işediler. Patronların gözünde ucuz emek, polisin gözünde potansiyel suçluyduk…

Şimdi bu hayat koşusunda bayrağı uzattığımız çocuklarımızın yerli halkın çocuklarından geri kalmadan koşması haklı olarak “Boşuna çekilmedi bunca acılar” sözünü akla getiriyor. Sanırım belleğimizde çekilen acılardan mütevvelli travmaların en iyi ilacı da çocuklarımızın başarısı olacak. Bundan dolayıydı Ezo’yu alkışlarkenki gözlerimin yaşarması. Sevgili Ezo yolun ve bahtın açık olsun. Annemin sözüye “Kötülerle karşılaşma.” Hayat seni hiç üzmesin.

(acikgazete.com)