“Bilinmeyen her şey insanda merak, hayranlık ya da korku duygusuna sebep olur.”

Son on yıldır epeyce yaş almış, pek çok büyülü efsanenin ve masalın anlatıcısı olmuş, kimi zaman bizzat şahit olmuşlukları ve birikimleriyle bu çağa erişmiş Balkan asıllı gizemsel bir anneanneden Kafkasya’dan Balkanlar’a, farklı Slav topluluklarına, Bohemyalılara, Bulgarlara, Polonyalılara, Sırplara, Galiçyalılara kadar mucize bir coğrafyaya uzanan Slav masalları ve efsaneleri dinledim. Bunlardan en tazesini ise geçtiğimiz ay şafak vaktinin birinde, efsanelere ve masallara düşkünlüğümü ve hayranlığımı bildiğinden başladı anlatmaya… Bende bu son efsaneyi sizinle paylaşmak istedim, tabii anlatım dilini siz okurlara uyarlayarak.

“Doğu Slavlarda rastlanan fakat nadir anlatılan bir söylenceye göre kadın ve erkeklerin kökeni, kırılmış, ikiye bölünmüş yumurtalara dayanırmış. Tanrı yumurtayı ikiye bölüp yere atar, bir yarısından erkeği, diğer yarısından kadını yaratırmış. Kadınlar ve erkekler, bir yumurtanın yarısından olanlar birbirlerini bulup evlenirlermiş. Yanında beyaz köpeklerin bazen de kurtların eşlik ettiği, beyaz at üzerinde gökyüzünde doğudan batıya giden yaşlı bilge olan Hors ise kendi yarısı olan Makoş’u arıyormuş. Söylencelerde kışı ve geceyi belirtmek için kullanılan ölüm ise ebedi uyku demekmiş. Bunu dileyenler kendi yarısını bulamayanların inanışıymış. Hors kendi yarısı sandığı Makoş’u ararken, Makoş ise Perun’u diliyormuş.

Ancak Perun’u arayan sadece Makoş değilmiş. Savaşçı Polyanitsa’lar da yol gösterici olarak onun peşindeymişler. Gel zaman git zaman tanrılar arasında fikir ayrılıkları olmuş. Gün gelmiş iyi hasadın, bolluğun bereketin sonu gelmiş. Kendi derdine düşen, kimseye görünmeyen Perun artık yağmur yağdırmaz olmuş. O dönem bir kıtlık ve susuzluk baş göstermiş.

Bazı söylencelere göre kuzeyde yaşayan Çernobog ile güneyde yaşayan Belbog birbirinin peşi sıra üfleyerek rüzgarları oluştururlardı. Çernobog kuzeyden gelen soğuk rüzgarların, Belbog ise güneyden gelen sıcak rüzgarların babasıydı. Bu sefer ne onların nefesi yetiyormuş ne de diğer tanrıların yardımları…

Tanrılar bile kendi aralarında anlaşamıyorken geride kalan ölümlüler ebedi uykuyu beklemekten başka çareleri olmadığına ikna olmuşlar. Kıtlığın ve susuzluğun sonsuza dek süreceği haberi kulaktan kulağa yayıldığında ise hepsi sona yaklaştıklarına yemin etmişler. Ama içlerinden birisi, ölümlülerden olan, buna hazır değilmiş. Sadece o ikna olmamış ebedi uykunun geleceğine.

O sırada gökyüzündeki yıldızlar teker teker sönmeye başlamış.

Bunlara sebep olanın Kaschey olduğunu biliyormuş ölümlü. Sarp kayalıkların en yüksek yerine çıkmış ve uyuyan tanrılara haykırmış, ‘Svarog ve Roda, Perun ve Veles! Bu toprakları ve içindekileri dengede tutmak için yemin etmediniz mi? Dünyayı ve tüm evreni kontrol etmek istediğine karar veren ve böylece büyük bir kara yılana dönüşen Czernobog'un hiçbir işe yaramadığını bilen sen Svarog! Bu yüzden çekicini ve demirini aldın ve Czernobog'u durdurmasına yardım etmek için ek tanrılar yarattın. Yarattıkların da birbirleriyle savaştılar kan döktüler isyan çıkardılar! Kendi aranızdaki bitip tükenmeyen hıncınız yüzünden biz ölümlülere verdiğiniz sözleri unuttunuz! Ebedi uyku gelmeden uykuya dalan siz ölümlüler! Benim uyandığım rüyadan ne zaman uyanacaksınız? Şimdi haykırma vakti, sessizlik yemininizden bıkmadınız mı!’

Ve sahte uykularından uyanan ölümlüler haykırmaya başladılar. Sesleri sönen yıldızları bile yeniden parlattı. Gökyüzünde ani şimşekler çaktı, yıldırımlar sardı dört bir yanı. Ardından iri yağmur damlaları aceleyle toprağa kavuştu. Tanrılar o günü milat bildiler. Onların yapamadığını bir ölümlü başarmıştı. Hem uyuyan ölümlüleri hem de sessizliğe bürünen tanrıları yeniden canlandırmıştı.”