31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimler için adaylık süreci başladı…

Gerek Giresun özelinde, gerekse Türkiye ölçeğinde adaylar üzerinde yapılan tartışmalara bir baktığımızda; oldukça hayret verici durumlara şahit oluyoruz…

Evvela konuya yaklaşımımız, çağın gereklerinin epeyce uzağında…

Seçecek olduğumuz belediye başkanları, nihayetinde “yönetici” sıfatı taşıyacaklar…

Ama biz bu süreçte, yönetici kimden olur veya hangi özelliklere sahip olması gerekir gibi sorularla hiç ilgilenmiyoruz…

Konuyla ilgili olarak  insanlığın tarih boyu yaşadığı tecrübelerle ve bilimsel çalışmalarla edindiği birikimlerin yüzüne bile bakmıyoruz!...

Yönetici veya yöneticilik hakkında yazılmış binlerce kitabın ve  on binlerce  akademik tezin, uygulanan aday belirleme prosedürleri karşısında herhangi bir değeri yok!...

Halbuki, seçildikleri takdirde biz bu adamlara devasa kaynaklar teslim edeceğiz…

Ve onlardan, o kaynakları kullanarak, fayda/maliyet prensibi içerisinde milletin sorunlarına derhal çözüm üretmelerini bekleyeceğiz…

Ömründe yöneticilik ile ilgili bir yazı okumamış; yönetimin fonksiyonlarını say desen, iki tanesini bile sayamayacak adaylar bunu nasıl başaracaklar bilemiyorum…

Mevzuya yaklaşımımızın, göle yoğurt mayalayan Nasrettin Hoca’dan hiçbir farkı yok!...

Yöneticilik eğer önüne gelen herkesin yapabileceği bir iş ise; biz bu kadar kürsüleri niye açtık? Bu kitapları niye yazdık?

Yöneticilik okullarına yaptığımız onca masraf niçin?...

Bakış açısını bilimsel bir temele dayandıran, “aradığımız kişi en iyi yöneticilik, en iyi liderlik yapacak kişi olmalı” diye değerlendirme yapan, adaylarını da buna göre yoklayan kaç parti veya kaç seçmen tanıyorsunuz?

Ülkemizde yerel yönetimlere teslim ettiğimiz veya yerel yönetimler eliyle kullandığımız kaynaklar, toplam kaynaklarımızın yüzde 60’ı…

Başka bir ifadeyle, tasarruflarımızın yarıdan fazlasını yerel yöneticilere emanet ediyoruz… Bize daha fazla kazanç ve daha fazla fayda sağlasınlar diye…

Ancak; sağlıklı bir tercih yapmayıp liyakatli ve ehliyetli adayları işbaşına getirmediğimiz zaman; tabiri caizse bindiğimiz dalı kesmiş olmuyor muyuz?

Bugünlerde parti kapılarındaki görüntü hep aynı…

  • Siyaseti, kendisi için zenginleşme fırsatı olarak görenler,
  • Ezilmişliğini ve silikliğini, siyasetten kazanacağı koltuklarla gidermek isteyenler,
  • Seçimleri önemli bir geçim fırsatı olarak değerlendirenler,
  • Cebindeki paranın gücüyle her şeyi yapabileceğini düşünenler,
  • İçindeki “gargamel ruhunu” gizleyip, sahte şirinliklerle kapı açtırmaya çalışanlar,
  • Haddini bilmeyenler, hiçbir sınır tanımayanlar,
  • Eli kolu her yere uzayanlar,
  • İçinde yer aldığı çıkar grubuna üye olmanın dışında başka bir hüneri bulunmayanlar…

Her zaman olduğu gibi, çeşmenin başını yine bunlar tutmuş…

Aday belirleme süreci bunların kontrolünde!...

Sorsanız, hepsi Allah rızası için yola çıkmış hizmet sevdalısı!... Veya memleket aşığı!...

Ne diyelim ki... Biz de yedik!...

  • Beş yıldızlı otelde konaklamamış, hatta ömründe tatile çıkmamış birinden turizm planı veya turizm yatırımı istemek,
  • Şehir nedir, yapı nedir, mimari plan ne işe yarar? Bunları bilmeyen birinden imar reformu beklemek,
  • Kültürel faaliyetlere eğlence, sanata ise hobi gözüyle bakanların, halkın yaşam standardını yükselteceğine inanmak…

Maalesef bu akıl dışı tutumlardan hala bir türlü vazgeçemediğimize göre, “biz de yedik!” lafı pek ironi olmuyor!...

Geçenlerde Meclis Televizyonunda bir tartışmaya rastladım… Sadece milletvekili değil, aynı zamanda grup başkan vekili sıfatı da taşıyan birisi aynen şöyle konuşuyor:

  • Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Elbette devletin her kurumuna ve her görevlisine talimat verebilir. Bundan daha doğal ne olabilir ki?...”

Yanlış duydum zannederek, tekrar tekrar dinledim… Maalesef söylediği bu…

Geldiğimiz nokta içler acısı…

Şimdi biz bu milletvekiline, hatta  bir grup başkan vekiline, ilkokul çocuğuna anlatır gibi;

  • Devletin üç kuvveti vardır… Yasama, Yürütme ve Yargı… Cumhurbaşkanı sadece yürütmenin başıdır… Yasama ve yargı ise bağımsız kurumlardır… Hiçbir kimsenin emri veya talimatı ile çalışamaz… Bu iki organın üyeleri kimseden emir ve talimat alamaz… TBMM’deki ve mahkemelerdeki tüm kararlar üyelerin oylarıyla alınır, talimatla değil diyerek, yeniden ders mi anlatacağız?...

Kendi konumunu ve kendi vazifesini dahi bilmeyen bir siyasetçiden memlekete ne hayır gelebilir?

Sorunlarımızı çözecek diye umut bağladığımız kişiler; seçimlerin hemen akabinde bukalemun gibi adeta kılık değiştiriyorlar…

Sorumluluk almak ve iş yapmak yerine, göz boyamaya veya  iş yapıyormuş gibi gözükmeye çalışıyorlar…

Çünkü problem çözme kabiliyetleri yok… Bu nedenle işin kolayına kaçıyorlar!...

İşinde yetkin, bilgi ve  beceri sahibi belediye başkanları yok mu? Elbette var…

Bazı şehirlere adım attığınız anda, onların varlığını zaten görebiliyorsunuz…

Ancak; yol, su, trafik vs. gibi basit meselelerde bile çözüm üretemeyip gündelik hayatımızı cehenneme çeviren, çözümsüzlüğü “kadere” dönüştürüp, sürekli bahane üreten de çok!...

Bütün siyasi partilerden ricamız şudur:

Bizi; “kadere inancımızla baş başa bırakmaktan başka” elinden bir iş gelmeyen o tiplere tekrar mahkum etmeyin lütfen!...