Bazı dilekler geri alınamayacak kadar güçlüdür.

Birleşik Krallık, çağlar boyunca meydana gelen sonsuz ürkütücü ve açıklanamaz olaylarla dolu her türlü tuhaf folklor ve gizemli hikâyeye sahip olmuştur. İster kimsenin açıklayamayacağı garip doğaüstü varlıkların kanıtı ister sadece yanlış anlamalar, peri hikayeleri ya da düpedüz yalanlar olduklarını düşünüyor olun, okumak için tüylerinizi diken diken edecek bir şeyler gönderdikleri inkâr edilemez. Cadılar Bayramı’nda anlatılan ürpertici hikayeler ve efsaneler dilden dile dolaşırken ertesi sabah gri kanatlarıyla sizi selamlayarak uyandıran gri şehre nasıl eskisi gibi bakabilirsiniz? Hamleys’in önünden geçerken perili bebekleri düşündüğünüzde, muhtemelen akla gelen tüyler ürpertici eski Viktorya dönemi görünümlü porselenler olacaktır. Ya da şehrin gizemli tüp trajedileri, yamyam fareler meclisi, uğursuz açıklanamayan cinayetleri ve daha nice korkunç hikayeleri akla geldiğinde…

Şayet Londra’da yaşıyorsanız Cadılar Bayramı'nı kutlamak için bir korku filmi maratonuna katılmanıza gerek yok; başkentin hayalet manzaraları, gizemli kaybolmalar ve daha birçok ürkütücü olayla ilgili uzun bir geçmişi var zaten. Ancak ben size bu kez Londra’nın Halloween hikayelerinden değil birkaç yıl önce New York taraflarında Harvest Moon Farm’da yaşadığım garip bir olaydan bahsetmek istiyorum.

2015 yılının Ekim ayı malum Halloween zamanı… O cumartesi sabahı ılık ve berrak bir güne uyanarak keyifli bir kahvaltı yaptıktan hemen sonra hazırlandık ve çiftliğe gitmek için yola çıktık. Bu benim ilk gidişimdi. “Hayatında görüp göreceğin en büyük tatlı kabak ve en leziz elma çiftliğine gidiyoruz!” demişti Alp. Tatlı kabak tamamdı fakat elmayla hiç mi hiç arası olmayan biri olarak işin o tarafını pek önemsememiştim. Yaklaşık bir saat sürecek olan araba yolculuğumuz esnasında herkes halinden memnun herkesin keyfi yerindeydi.

Çiftliğin ana kapısına vardığımızda önümüzde alabildiğine uzanan turuncu bir kabak tarlası karşıladı bizi. Ardı sıra bir yığın kabak tezgâhı ve mini bir açık hava marketi; kabakların az ilerisinde ziyaretçilerin gelip bir şeyler yedikleri bir piknik alanı ve tam karşılarında canlı müzik platformu. Biz alana ayak bastığımızda Hank William’dan Hey Good Lookin’ şarkısının esintisi dolduruyordu çiftliğin turuncu havasını.

Daha ilerde ucu bucağı görünmeyen bir elma bahçesi vardı. Biraz daha ilerleyince karşımıza çiftliğin satış marketi çıktı. İrili ufaklı süs kabakları, dekoratif Halloween süsleri ve ev yapımı organik ürünler de yine tezgahlarda ve raflarda boy gösteriyordu. Ortam müthiş içine çekmişti beni. Harika bir gün ve keyifli bir cadılar bayramı alışverişi olacağı kesindi.

Cenk, Alp, Kevin ve kızlar kabak tarlasında vakit geçirirken ben süs kabaklarının satıldığı marketin içinde etrafa göz atıyordum. Cumartesi’ydi ve Halloween zamanıydı. Çiftliği dolduran insan kalabalığının neşeli enerjisi sarmıştı atmosferi. İlk başlarda sıradan sandığım bu enerjiden az sonra ben de payımı alacaktım :)

Marketin dekorasyon tezgahında elimde seramikten bir hayalet mumluğu incelerken hemen arkamda iki kadının fısıltılı konuşmalarına takıldı kulağıma. Konuştukları pek de duyulmasın tavrında olmalarına rağmen sanki bizzat benim duymam için iyice yaklaşmışlardı. Üzerinde yaka kısmı yeşil dantelli beyaz bir gömlek olan kadın çiftliğin eski sahipleri hakkında duyduklarını anlatıyordu.

“2007’de Rob ve Ursula Covino çiftliğin yeni sahipleri olmadan evvel burası üç kuşak tek bir aileye aitmiş. Arazinin ilk sahibi ile mirasçılar arasında garip olaylar yaşanmış. Duyduğuma göre torunlarından biri nadir bir hastalığa yakalanmış ve küçük yaşta ölmüş. Çocuğun bu arazide bir yere gömüldüğü söyleniyor. Hiç kimse yerini bilmiyormuş inanabiliyor musun? Eğer söylentiler doğruysa bu çok korkunç olurdu. Yürürken bastığın yerlere dikkat et, herhangi bir kabağın altında ya da elma ağacının dibinde bir ceset olabilir.” Ardından fısıltıyla hışırtı arasında karanlık bir kahkaha patlattı.

Elimdeki mumluğu tezgâha geri bırakıp onları uzaktan görecek bir tarafa geçtim. Konuşmayan kadın çantasından küçük bir cam küre çıkarttı. Küreyi fark etmemi istercesine soğuk ama istekli bir bakış fırlattı bana. Ardından yanındaki kadına hiçbir şey söylemeden marketin arka tarafına yürümeye başladı. Kadının bakışı tuhaftı evet ama çok da oralı olmamaya karar vermiştim. Ne de olsa Londra'da bunların en hasını görmüş biri olarak fazla şaşıracak değildim. Bir süre daha markette oyalandım; iki küçük dekoratif süs kabağı bir de büyük boy Cider Smash almıştım ki o sırada kadının hala geri dönmediğini fark ettim. Diğer kadın da ortalarda yoktu. Elimdekileri ödemeden önce marketin arka tarafında bir lavabo olup olmadığını kontrol etme hissi müthiş ağır basıyordu. Her zamanki gibi yazar ruhum beni ele geçirmişti.

Birkaç saniye içinde marketin alışveriş kısmından görünmeyen arka bölümündeydim. Ne bir tuvalet ne dışarı açılan başka bir kapı ne de deposu vardı. Tek bir ana giriş-çıkış kapısı vardı o da ön taraftaydı. Hepsi bu. Belki de kadını bir anlığına gözümden kaçırmıştım o ve arkadaşı birlikte çıkıp gitmişlerdi. Mümkündü. Aldıklarımı ödedim ve bizim tayfanın seçmekte zorlandıkları kabak tarlasına yürüdüm. Beni görünce el salladılar, benimse aklım hala o esrarengiz kadınlardaydı. Sağımı solumu birkaç kez kontrol etsem de izlerine rastlayamadım.

Halloween etkinliğimiz tüm coşkusuyla kaldığı yerden devam ediyordu. Herkes kabaklarını seçti, ödeme kuyruğuna girildi, arabaya yüklendi ve Ekim güneşinin beklenmedik ihtişamı tam tepemizde seyrederken çiftliğin yemek alanına geçip bir şeyler atıştırmaya karar verdik. Çiftliğin organik tavuk kızartması ve nefis baharatlı patates kızartmasına kayıtsız kalamazdık. Cenk, Alp ve Kevin yemek kuyruğuna geçtiğinde biz geride kalan tayfa elma bahçelerine bakan kısımda boş bir masa bulmanın sevincini kutluyorduk.

Ahşap bench'e oturur oturmaz ayağımın altında bir şey olduğunu hissettim. Masanın altına eğildiğimde gözlerime inanamaz haldeydim; marketteki kadının çantasından çıkarttığı cam küre tam ayağımın altındaydı. Uzanıp elime aldım. Elimdekini ilk fark eden Kristie oldu. Ardından herkes hikâyeyi merak ediyordu. Olanları anlattığımda tıpkı benim bulduğum gibi gizemli buldular bu durumu ancak dumanı üstünde yemekler gelince herkes iştahına yenik düşerek konuyu unuttu. Henüz birkaç gün önce çıkmış olan üçüncü romanım Aralık üzerine herkesin merak ettiği sorulara cevap verdiğim hararetli bir fantastik-korku sohbeti eşliğinde yemekler yendi. Çiftlikten ayrılmadan önce “Londra’da böylesini bulamazsınız!” diye ani bir nara atan Kevin sayesinde hayatımda yediğim en leziz patlamış mısırın da (Honey butter popcorn) tadına bakmış oldum.

Küreyi merak ediyorsanız elbette benimle geldi. Onu masanın altında öylece bırakamazdım. Çantama koydum ve yol boyunca bu işin nereye varacağını kurguladım. Eve gider gitmez ilk işim çiftliğin tarihini araştırabileceğim kaynaklar aramak oldu. Google US bunun için yeterli değildi, geriye kütüphane arşivleri kalıyordu. Yanı başımdaki Paramus Public Library en ideal yerdi. Ertesi sabah kendimi kütüphanede buldum. Araştırmalarımda eski tarım ve çiftçilik dergilerine denk geldim. Bunlardan birinde Harvest Moon Farm’a ait iki kuşak bir arada bir aile fotoğrafına rastladım. Dergi sayfasını biraz daha büyütünce gördüğüm şey karşısında sanırım birkaç saniye ağzım açık kalmıştı; 6-7 yaşlarında bir erkek çocuğu koltuğun kol kısmına yan duracak şekilde oturmuş ve elinde o cam küreyi tutuyordu. İnanamadım. Bir daha baktım. Biraz daha büyütüp küreyi daha yakından inceledim. Evet, bu bendeki küreydi. Daha sonra vefat eden torun var mı diye araştırdığımda küreyi tutan çocuğun resmine rastladım.

Bir fantastik kurgu yazarı olarak hayatım boyunca pek çok kez olağanüstü denecek cinsten duruma şahit oldum. Bunların kimi inanılmaz mucizevi idi kimi ise açıklanamayan hala gizemini koruyan ama beni yine de fazlasıyla mutlu etmiş türdendi. Ama bu çok başkaydı.

Küre benimle önce İstanbul’a sonra Londra’ya geldi. Birkaç ay içinde evi taşımamız sebebiyle onu sıkı sıkı sarıp sarmaladığım güvenli bir kutunun içinde bekletmiştim. Evi yerleştirirken ilk işim kürenin kutusunu açmak oldu tabii. Fakat bu iş en başından böylesine gizemli olunca küreyi kutunun içinde bulamamak da bir o kadar olasılık dahilindeydi. Küre kaybolmuştu. Birkaç dakika hafızamı yoklayıp kendimi sorgulasam da cevap bulamadım. Gözüm gibi baktığım küre artık yoktu. Benimle olduğu aylar boyunca başıma ne gibi tuhaflıklar-iyi şeyler-sıkıntılar-sürprizler-mucizeler vb. şeyler geldiğini oturup düşündüm ve bir liste yaptım. Ancak çok üzgünüm o listeyi burada paylaşamayacağım :) Sadece şunu söyleyebilirim ki o birkaç ay boyunca başıma gelenler bir liste yapılacak kadar çoktu. Ve hepsi de tuhaf ama mucizevi bir değere sahipti.

Neredeyse on yıl geçmesine rağmen bazen aklıma geldiğinde beni gülümsetir. Çünkü hayat devam ediyor, hala gizemli ve tuhaf diyebileceğimiz olaylar yaşanıyor, mucizeler her an oluyor ve biz tanık olabilme potansiyeline sahibiz. Cam küre beni buldu ve ardından başka sahipler bulmak için benden ayrıldı. Umarım bu zamana kadar onu bulanları da benim kadar gülümsetmiştir. Hayatınızdaki mucizeleri görebilmeniz dileğiyle…