Bir Instagram ‘başımıza gelmiş en korkunç şeydir’ diyerek başlamak istiyorum bir ‘siz hiç kitap çaldınız mı? diye sorarak… Çünkü, ikisinin bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Zayıf olan okuma alışkanlığımız iyice azaldı.

Halbuki eskiden kitap için günaha girilirdi? En çekici ve en şeytana uyulası günah! Mal sahibinin de pek şikayet etmediği bir hırsızlık ise eğer o zaman günah da değil belki.

Kitap hırsızlığı zamanla nasıl da güzel bir noktaya getirdi Thomas Carlyle isimli yazarı! Kütüphanesini kurmasının yıl dönümünde hayatı, onu hırsızlığa iten uygulamalar ve bunun neticesi doğan kütüphanesi…The London Library…Hem de ödünç verme uygulamasını ilk başlatan kütüphanesine bakalım?

Thomas Carlyle İskoçyalıydı ve Londra’ya taşınmıştı. Yazar ve feylozof olarak bolca okuması ve kitap edinmesi gerekiyordu ama döneminde kitap kıttı, pahalı da olmalıydı ve devlet fonlarının kütüphane kurulmasına ayrılmadığı bir dönemdi. Dolayısıyla ödünç almak zordu, bu ödünç alma işi sadece ülkenin Milli Kütüphane’si British Library’de olabilirdi ancak bugünün şartları ile değil elbette. Parayla, herkese verilmeyen, uzun süren ve sinir bozucu bir uygulama ile.

Carlyle, British Library kitap ödünç verme(me) politikasından usanarak feylosofluk, çevirmenlik, tarih, matematik ve öğretmenlik çalışmalarını sürdürmek için kitap çalmaya başladı, kaç tane çaldığı bilinmiyor tabi. Böylece daha sonra açtığı kütüphanesi de şekillendi, sinirlenerek oluşturulan kütüphane, Londra’nın ilki oldu.

İçinde politikacıların, yazar, yayınevi sahiplerinin ve prenslerin olduğu bir cemiyet el birliği ile kütüphane kurulmasına yardımcı oldular. Bağışlar…bağışlar…Prens Albert bile 50 İngiliz Lirası verir, bugünün 5 bin lirası civarında. Netice 2000 adet kitabı ile bir ilk…Bu envanterde hırsızlıktan kazanılan kaç kitap var bilinmez. 3 Mayıs 1841 tarihi öncesi ve civarında ne kadar çalmış olabilir ki zaten.

Üyeleri ve destekçileri ise Charles Dickens’tan Charles Darwin’e John Stuart Mill’den Joseph Hume’a, Virginia Woolf’tan Winston Churchill’e kadar. Churchill’in Nobel Ödülü almasında oturduğu kütüphane koltuğununun ve okuduğu kitapların katkısı olmalı.

Charles Dickens ‘İki Şehrin Hikayesi’ eserine esin kaynağıdır denir, detaylar, gerçekçi ilişkiler, vb…

George Orwell kendisine ‘eleştirinin babası’ dermiş. Eleştirmeyenleri ve susanları da eleştirdiği için belki de. En çok da Fransız İhtilali sırasında eşitsizlikleri, eleştirmenleri, seyrici kalanları…

Thomas Carlyle ‘insanın isteyip de yapamayacağı şey yoktur’ demiş, inanmış ve hayatına da uygulamış biriydi.

Caryle bir de ırkçı tavırlarlar sergiledi ve Negro Meselesi olarak baktı köleliğin kaldırılmasına. Yakın arkadaşı feylozof ve bizlerin de Türk eğitim tedrisatında iyi bildiğimiz John Stuart Mill ile çatıştı. Zira Mill hem köleliğin kaldırılması ve hem de kandınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi gerektiğini ilk haykıranlardan biriydi.


The London Library her ne kadar kurucusunun bu kötü halini bilse ve saklamasa da her yaş, ırk, din, etnik köken, CİNSEL TERCİHten arı bir surette hizmet veriyor.

Kütüphanenin İkinci Dünya Savaşı yıllarında 16 bin civarında kitap bombalar arasında yok olsa da bugün sadece kitapları 1 milyon üzerinde…hem de 55 dilde ve Aziz James Meydanı’nın görkemine bakan George mimarı usulü evde. Yedibinbeşyüz üyeden biri de siz olabilirsiniz.

Caryle’nin kütüphanesini açmasından sonra 1850 yılında çıkarılan Halk Kütüphaneleri Yasa’sı (Public Libraries Act) ile nüfusu 100 bini bulan ilçelerde kütüphane kurma uygulaması başladı. Bu uygulamaya benzer bir şey Türkiye’de 1922 yıllarına denk gelir. Adnan Ötüken Kütüphanesi ile…Ankara’da. Ben de daha sonra neden kapandığını anlayamadığım bir kasaba kütüphanemiz olduğunu hatırlıyorum…okanacak onca kitabıyla…

Piccadilly Bölgesi’nin kalabalıklığı sizi yorduysa Aziz James Meydanı iyi gelecektir o halde. Öğle yemeğinizi çantanızdan çıkarıp yerken ne kadar da nezih, sakin olduğunu hissedersiniz, kütüphane sessizliği ve huzuru bulaşmış adeta…meydana bile. Sonra da belki içeriye üye olmaya…kim bilir!

Aziz James Meydanı…! Kıymetli bir meydan burası, kütüphane sessizliği bürünmüş bir bahçe gibi, şehrin en merkezi yerinde ve çekici! Londra’ya inince Aziz James Parkı’na gitmemek olmaz denir lakin bence Aziz James Sarayı ve meydanı çok daha havalı…

Burası, 17. yüzyılda bürokratlar için gösterişli ve o oranda pahalı ve küçük bir bölgedir. Denir ki 200 veya 300 yıl boyunca şehrin en pahalı ve popüler ikamet bölgesiyken 19. yüzyılda erkeklerin takıldığı, kadınların gitmediği, alınmadığı veya ilgilenmediği klüpler bölgesi olarak anılmaya başlar. Bizdeki kahvehaneler geliyor insanın aklına! Alakası bile yok demeyin…Kahve ve çikolata kafeleri zamanla züppe ve şoven eğitimli erkeklerin içki içtiği, kumar oynadığı, yerlere dönüşmüş sadece. Lakin politika da olmalı.

George’lar dönemi özelliğinde binalar barındıran meydanın ortasındaki Hollandalı Orange Hanedanlığı’ndan III. William’ın atlı heykelini iki ağaç arasında nasıl da keyifle durur.

Ayrıca Nancy Astor, İngiliz Parlamentosu, Avam Kamarası’nın ilk kadın üyesi ve Ada Lovelace, Lord Byron’un tek meşru çocuğu da burda yaşamalarından dolayı mavi plaka ile onurlandırılan bir meydandır.