Gülden bu kez kötü haber verdi: “Ali’yi maalesef geçen temmuz başında alkol komasından kaybettik. Beyoğlunda evine yakın bir sokakta fenalaşmış, hastaneye kaldırmışlar. Beni buldular kayıtlardan. Kaş’taydım. Gece 2’de doktorla konuştuk, 3 saatlik yoğun bakım ünitesinde bütün çabalara rağmen kurtarılamadı. 59 yaşındaydı henüz. İstanbul’da defnedildi…”

Ali Koçak’ı 1995’te Anadolu Ajansı’nın (AA) Londra temsilcisi olarak atandığında tanımıştım. 1994’ten bu yana görev yaptığı Saraybosna’dan Londra’ya geliyordu. Ali Koçak’ın adını duymasanız da haberlerini mutlaka okumuşsunuzdur. O Bosna Savaşı’nı izleyen birkaç Türk gazeteciden birisiydi. Onun imzasız ajans haberleriyle savaşı izlemiştik… Savaşın, soğuğun, açlığın tanığı olmuştu. Çocuk ölümleri görmüştü. Esir düşmüştü. Aylarca mahsur kalmıştı… Saraybosna’nın kuşatıldığı dönemde annesini yitirmiş ve kısa bir süre sonra da kendisine acı haberi veren abisi gözlerini kapatmıştı.

Londra’ya geldiğinde savaşın travmalarını taşıdığı belliydi. Psikolojik destek alması gerekiyordu. Ali dostumuza bu konuda destek sunacak ne kurum ne de meslek örgütü vardı. Ali alkole sığındı. Oysa dostumuzun parlak bir meslek geçmişi vardı. ODTÜ’ye gitmiş, hatta ODTÜ Tiyatro Topluluğu’nda oyun bile yönetmişti. 1989’da Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olmuş ve yüksek lisans tezini Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü’ne vermişti. 1991’de işe başladığı AA’da Kuzey Irak, Bağdat, Suriye, Somali, Kenya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Hırvatistan ve Slovenya’da gazeteci olarak bulunmuştu.

Ali, Londra’dan sonra 1996’da Belgrad AA’ya atandı. Aynı yıl AA’dan istifa ederek bir süre bir gazetenin dış haberler editörlüğünü üstlendi. 1997-2000 arasında tekrar İstanbul AA Ekonomi Servisi’nde, sonra Ankara TBMM Bürosu’nda parlamento muhabiri olarak çalıştı. Bu süreçte boş durmadı “Savaşsız bir dünya kurulurken belki tuğla olur” diye bir dolu kitap yayınladı.

Bir dönem Açık Gazete Ankara Temsilciliği de yapan sevgili Ali 2006’da yayınladığı “Karda Kalan İz’in önsözünde şunları yazmıştı:

“Neden buradayım? Meslek Hırsı mı? Yoksa daha ideal bir nedeni mi var? İnsanlığa hizmet falan gibi. Ulusal çıkarlar, deneyim, tarihe tanıklık etmek, para. Acaba hangisi içinde bulunduğum durumu anlamlı kılabilir. Günlerdir düşünüyorum. Direnebilmem için bulmam lazım. İnsan, inancını yitirince mücadele de edemiyor. Artık ne ile mücadele edeceğimi de bilemiyorum… Bunca yanlışın içinde nerede yanlış yaptığımı bulamıyorum. O kadar önemsizim ki, yıkıcılığım, saldırganlığım, ahlaksızlığım, ihanetim, korkaklığım, kırılganlığım anlam taşımıyor. Bulunduğum durumu ne değiştirmek istiyorum ne de başka bir nokta görebiliyorum…

Soru Neden Öykü, anı değil? İnsan anlatır ve aslında herkesin anlatacak hikayeleri ve anlattığı bir dili vardır. Bu sadece yazı ya da söz de değildir. Neden kurgusal bir dil seçtim de yaşadığım zannedilen olayları bir anı olarak anlatmadım. İşin aslı bu anlatılanları ben yaşamadım. Bir gerçeklik duygusu yaratıyorsa kurgusal dilin başarısıdır. Ama illa bir tarafından benle ilişkilendirilmek istenirse bu öykülere yaşadıklarım değil de kabuslarım diyebilirim. Uyandığımda hatırladıklarım. Ama zamanın bu kesitinde savaş hepimizin kabusu değil mi? Umarım insan yani biz anlaşmazlıklarımızı çözebilmek için başka araçlar bulur ve savaşı tarihte hatırlanan bir gerçeklik durumuna getiririz.”

Ali’nin kaybı bütün ilgili kurumları ve meslek örgütlerini harekete geçirmeli diye düşünüyorum. Silivri’ye düşen meslektaşlarımıza iyi kötü sahip çıkmaya çalışıyoruz ama iktidarın çemberin dışına ötelediği, meslek travmasıyla kayıp giden pek çok değerli gazeteci kendi yazgılarıyla başbaşa bırakılıyor.

Sessizce aramızdan ayrılan Ali Koçak güzel insandı. O güzel gözleri çok kötü olaylara tanık oldu. Önsöz’ünde yazdığı “Günlerdir düşünüyorum. Direnebilmem için bulmam lazım” sözleri ve sonrasındaki cümleleri dostumuzun hiç de hak etmediği finalini engelleme çabalarıymış meğer. Çok üzgünüm… Çoook…

(acikgazete.com)