Bugünlerde yeni bir soygun türü kol geziyor: Para karşılığı ödül… Sizi telefonda arıyorlar, sizi Londra’nın ya da Avrupa’nın en iyi gazetesi ya da eğitim kurumu ya da avukatı seçtik” deyip kandırmaya çalışıyorlar. Vay efendim 5 yıldızlı hotelde kırmızı halıda yürüyecekmişiz de, törende ünlüler / siyasiler ödül vereceklermiş de, falanca kanallar bizimle canlı yayında röportaj yapacakmış da… Sonra saadete geliyorlar biz de masraflara katkı payı olarak 3-5 bin euro verecekmişiz…

Geçen gün Uluslararası İstanbul Ödülleri adına birisi aradı, Açık Gazete’yi Avrupa’nın en iyi e-gazetesi seçtiklerini söyledi. Eyvallah! Yukarıdaki tekerlemeden sonra bizden iş çıkmayınca ödülümüz güme gitti. Moonchild Education’dan Döndü Derya Tepe-Durmaz dostum da facebook’tan “Bugün kurum olarak 3’üncü (!)ödülü reddettik, aslında görmezden geldik. Tabii alın ödülünüzü başınıza çalın da demedik…” diye başlayan uzunca bir paylaşım yaptı. Dostlar bu ödül dağıtan uyanıkların tarihi yeni değil. Taa 2012 ve 2017’de yazdığım köşe yazılarıyla bu ödül avcılarını ve oltaya gelen bizim uşakları anlatarak toplumu uyarmıştım. İşte o yazılardan bir bölüm:

“Londra’da yarı açık (cezaevi gibi) bir toplumuz. Genellikle etnik ekonomi içinde iş buluyor ve etnik alış veriş yapıyoruz. 2000 öncesine kıyasla toplumda zengin daha zengin, yoksul da daha yoksul gibi… Bunu bizim toplumda 30 yıldır artmayan işçi ücretinden ve giderek büyüyen aile işletmelerinden gözlemliyorum. İşte toplumun bu zenginleşen kesiminden bazıları, haliyle çevreleri de genişleyince iki kelimeyi biraraya getiremedikleri ve pek çok konuya da Fransız kaldıklarını farkettiler. Parayla bilgiyi satın alabilecekleri, mürekkep yalamış yoksulları cebinden çıkarabileceklerini düşünseler de işin aslı hiç de öyle değil tabii… Kültür, bebeklikten başlayan bir yatırımdır. Eczaneden iki kutu tabletle sağlanacak bir meret değil ne yazık ki. Cebi dolu kafası boş bu güruh toplum ekonomisine de egemen oldu.

Bu muhteremlerin yarasını ilk keşfeden Londra’daki Fethullah Cemaati, lüks otellerin devasa salonlarında parayla (kibarcası sponsor olana) ödül dağıtarak hem cemaate gelir sağladı, hem de yaraya merhem sürdü. Kesenin ağzını açana ödül verildi. Örneğin o gecelerden birine Türkiye’den dönemin dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu ve mevkidaşı Jack Straw da katılmıştı. Öyle bir gecede adınızın anons edilerek, alkışlar arasında dışişleri bakanlarının arasından sahneye çıkmanızdan daha kültürlü ne olabilirdi ki? Cemaat kuruluşu ‘Biz Net’; 2010, 11 ve 12’de düzenlediği ‘En Başarılı Türkler’ yarışmasını, AKP ile aralarına kara kedi girince yapamaz oldu. Bu ödüllerin hepsinde parayı veren düdüğü çalmadı haliyle. Bir kısmı gerçekten ödülü hak eden toplum üyeleriydi ki, bana göre onlar da zehirli kekin üzerinde çilek olan saftiriklerdi…

Toplumdaki görgüsüzlerin bu kompleksini 2012’de taaa Ankara’dan farkedenler bile oldu. Adını sanını ilk kez duyduğum ‘Avrupa Gazeteciler Derneği’ Londra’ya gelip Marriott Hotel’de ‘Yılın En İyileri Medya Ödülü’ vermeye kalktı. Yöntem aynı yöntemdi: Parayı verene düdük, lüks otel salonları, pahalı gece biletleri, tanınmış sanatçı ve politikacılar… ‘Londra’daki Medya Ödülü’yle ilgi ve bilgimiz yok valla’ başlıklı 17 Aralık 2012’de yayımlanan köşemde bu uyanıkları teşhir etmiştim. Hatta o günkü köşemde ‘Bu ara toplumda ödül verenler çoğaldı. Ödül vermek takdir anlamındadır. Takdir de büyüklere mahsustur. Ödülü ancak köklü, saygın ve herkesin yadırgamayacağı kurum ve kuruluşlar verir” diye yazmıştım. Bu yazı sonrasında ‘Avrupa Gazeteciler Derneği’ pılını pırtısını topladı ve geceyi de yapamadan tüydü.”

Dostlar bizim toplumun; birilerinin egosunu şişirecek, bazılarının da kesesini dolduracak / imaj makyajı yapacak ödüllere değil “vefa günleri”ne ihtiyacı var. Parayı pulu düşünmeden toplum için çalışan yüzlerce değerimiz var. Onlar sağ iken düzenlenecek vefa günlerinde onlara teşekkür etmek ve varsa sorunları çözümüne yardımcı olmak en iyi yöntemdir. Kıbrıs Türk Toplum Merkezi salgın öncesinde böyle bir etkinlik başlatmıştı. Hulus İbrahim ve Yaşar İsmailoğlu kendileri için düzenlenen bu etkinlikte toplum tarihine de ışık tutan yarım asırlık anılarını paylaşmışlardı. Umarım bu vefa günleri yeniden başlar ve toplumun diğer kurumlarına da yayılır.

Geçenlerde Zeynep ve İlker Dikmen dostlarım gönderdikleri mesajda “Açık Gazete her zamanki gibi dünyalı ve de toplumcu yönünü güçlendirerek yoluna devam ediyor olmasından büyük kıvanç duymaktayız. Dostum, bu güzel çabanı hep içtenlikle kutladığımız bilmeni isteriz. Elinize yüreğinize sağlık. Kolay gelsin, Selamlar” diyorlardı. İşte benim ödülüm de bu vefa. Bu samimi duygular için ne kırmızı halıya ne de “katılım payı”na gerek var.

(acikgazete'den)