Klasik müzik icrasının başarısı, orkestra şefi, orkestra üyeleri ve solistin uyumuyla taçlanır. Seyirciler ise en önemli tamamlayıcı unsurdur. Kültürel altyapısında klasik müzik olan Batılılar, konserleri izlerken gerek orkestrayı, gerekse solisti az çok kritize edebilecek bir müzik kulağına sahiptirler. Bu yüzden Türkiye’deki konserlerde, seyirciler açısından sık sık bazı acıklı manzaralarla karşı karşıya kalınır.

Siyaset, iktidar, uluslararası operasyonlar, istihbarat savaşları da tıpkı müzik gibi, icra edilirken virtüözite-ustalık gerektirir. Yoksa rezil olmak işten bile değildir.

Son 100 yıldır küresel dengeleri uzak erimli hedefleri doğrultusunda hizalamaya ayarlı derin yapılanmalar ve onların tetikçileri olan istihbarat örgütlerinin, suikastları araçsallaştırma konusunda sergiledikleri virtüöziteyi “hayranlıkla” izliyoruz. Başarılarının sırrı, geçmişteki tecrübelerde saklı.

Batı’ya yönelik operasyonlara uzun bir ara verilmişti. Bu yüzden Batı kamuoyu “seyirci” olarak olayları çözebilme yeteneğini epey kaybetti. Oysa klasik müziğin tersine, Türkiyeli seyirci son 30-40 yıldır hemen her yıl en az 10 performans izleyerek müthiş bir çözümleme yeteneği geliştirdi, icradaki incelikleri görmeye başladı. Paralel Örgüt-Cemaat tetikçiliğine karşı duruşundaki sağduyunun sebebi boşuna değil.

Ve sonunda yeniden başladı.

Laboratuvar ülke olarak Fransa seçildi. Çünkü Cumhurbaşkanı François Hollande’ın en baştan üzeri çizilmişti. Filistin’i tanıma “densizliği”, ardından “Keşke Esad rejimine daha önce müdahale edebilseydik” diye pişmanlık dile getirmesi, Avrupa’nın Rusya ile bozulan ilişkileri düzeltmeye yeltenmesi yeterli sebeplerdi. Uzatmalı sevgilisi Valerie de Trierweiler’in skandal kitabı istenen etkiyi doğuramamıştı ama Rusya’ya gönderdiği ünlü petrol firması TOTAL’in CEO’su Christophe de Marguerie(Kristof dö Margöri)nin uçağının havaalanında kamyona çarpması ve iş adamının tuhaf biçimde hayatını kaybetmesi en önemli mesajdı.

Eee, hem Filistin’i tanıyarak Orta Doğu’ya ilişkin hesap yapacaksın, hem Türkiye ve Rusya ile ilişkileri geliştireceksin.

Kime rağmen?

Evet, aklınıza ilk gelen ülke isimleri doğrudur.

Akıllanmazsan işte burada istihbarat örgütleri devreye girer. Tetikçi örgütler Charlie Hebdo katliamında olduğu gibi bir mermiyle birkaç kuş vurmak isterler. Birinci kuş Hollande’dı kuşkusuz. İstenen de Hollande’ın küresel paradigmasını değiştirmesiydi.

Diğer hedeflere bakalım:

1-Bu tür suikastlar, hedef kitleye (Örneğin Müslümanlara) beklenen tepkiyi göstermeyen, mütereddit toplumsal katmanları ikna etmeye ve harekete geçirmeye odaklıdır.

2-Bu yüzden, öldürülecekler doğru seçilmelidir. Sol, anarşist ve din dışı (inançsız) kimlikle Charlie Hebdo dergisi ile çizerleri bu anlamda değerli bir hedeftir. Çünkü İslam karşıtlığına ırkçılarla aynı çizgiye düşmemek için mesafeli duran sol ve demokrat kesimler nezdinde itibarları vardır.

3-Ama öte yandan kurbanların, onları seçen derin yapılanmaların gözünde bir değeri olmamalıdır. Derin devletin PKK ile ilişkilerine dair sırları açıklamak üzereyken katledilen Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Necip Hablemitoğlu’yla uyandırılan laik-cumhuriyetçi hassasiyeti düşünelim. Tüm bu isimlerin hepsi de gözden çıkarılmış ama laik kesimler nezdinde saygın isimlerdi. Charlie Hebdo, Hıristiyanları, Yahudileri ve İsrail’i de çok kızdırıyordu. Onların farkı, bu kızgınlıklarını ustaca saklamayı bilmeleri ve intikam yemeklerini soğuk yemeleri.

4-Suikast timi hedeflenen kitleleri adres göstermeli. Charlie Hebdo’yu basanların, El Kaideci olduklarını söylemeleri, Hazreti Muhammed karikatürüne kızan Müslüman kitleye mesaj vermek üzere “Muhammed aşkına” diye bağırıp tekbir getirmeleri bunun somut örneği.

5-Katiller mümkünse yakalanmamalıdır. Yakalanmak zorunda kalmışlarsa ve sorun olacaklarsa “tepki gösteren” birileri tarafından öldürülmelidir. John F. Kennedy ve Bob Kennedy’yi öldüren Oswald ve Sirhan’ların akıbetine bakın. Hepsi öldürüldü. Hâlâ Amerika’nın kara kutusu. İyi bir proje ise cismen yakalanır ama gerçek fail ortaya çıkmaz. Geçmişte Turgut Özal’a kürsüde konuşurken kurşun sıkan Kartal Demirağ ve Abdi İpekçi’yi katleden, Papa Jean Paul’e suikast yapan Mehmet Ali Ağca gibi. Her ikisi de yüzlerce saat konuştular ama hiçbir şey söylemediler.

Sonuç: Uzun yıllardan beri özgürler.

Peki, bu vahim olay Batı kamuoyuna anlama fırsatı sunabilir mi?

“Güvenli bir hayat için ödeyeceğimiz bedel nedir?” sorusunun cevabı önemli.

Tekrar Faşizm mi?

Üstelik yeni Yahudiler hazırken; Müslümanlar.

(Türkiye'den)