Günümüz iş dünyasında başarı, çoğu zaman üretmek, vermek, katkı sağlamak üzerinden tanımlanıyor. Ancak araştırmalar gösteriyor ki, uzun vadede sürdürülebilir performansın anahtarı yalnızca verme kapasitesi değil; alabilmeyi de dengelemekte.
Hem bireysel hem kurumsal düzeyde, almadan vermeye devam etmek, tıpkı sürekli çalışan bir motorun yakıtsız kalması gibi, en güçlü sistemi bile bir noktada durdurur.
Harvard Business Review’ın 2023 tarihli “The Hidden Cost of Over-Giving” raporu, yüksek performanslı çalışanların %68’inin kendi kaynaklarını fazlasıyla tükettiğini gösteriyor. Aynı rapor, bu kişilerin %54’ünün “yardım etmeyi reddetmenin suçluluk” yarattığını belirtiyor.
Yani iyi niyetli bir verme kültürü, kontrolsüz kaldığında tükenmişliğe dönüşüyor.
Adam Grant’in “Give and Take” araştırmaları da bu gerçeği destekliyor. Grant, iş yaşamındaki bireyleri üç tipe ayırıyor:
- Givers (verenler)
- Takers (alanlar)
- Matchers (denge kuranlar)
Grant’e göre uzun vadeli başarı, yalnızca verenlerde değil; “akıllıca verenlerde” görülüyor. Yani katkı sağlarken aynı zamanda kendini yenileyebilenlerde. Bu noktada denge kavramı devreye giriyor: Ne kadar verebiliriz, ne kadar almayı öğrenmeliyiz?
Psikolojik olarak almak, birçok kişi için zorlayıcı bir deneyimdir. Kabul etmek, kırılganlık göstergesidir; yardım istemek, yeterli olmamakla karıştırılır. Oysa Dr. Brené Brown’un 2021 tarihli çalışmaları, kırılganlığın aslında bağlantı kurmanın temel şartı olduğunu vurgular.
Bir insandan, ekipten ya da kurumdan bir şey alabilmek; güvenmeyi, iş birliğine açık olmayı ve ilişkide karşılıklılığı öğrenmeyi gerektirir.
Organizasyonel davranış literatüründe bu dengeye “Reciprocity Balance” denir. Yani: Bir organizasyonda bilgi, enerji ve kaynak akışı çift yönlü değilse, verimlilik azalır.
MIT Sloan Management Review’ın 2024 analizinde, çalışanların “aldıklarını hissettikleri” kurumlarda bağlılık oranı %37 daha yüksek, yenilik üretme isteği %45 daha fazla. Bu veriler bize şunu söylüyor: Alma – verme dengesi, yalnızca bireysel huzurun değil, kurumsal yenilik kapasitesinin de belirleyicisidir.
Modern liderlik kültürü, “katkı sağlamayı” bir güç göstergesi haline getirdi.
Ancak verme kültürü, eğer sınırlarla desteklenmezse, insanı “hep veren fakat beslenmeyen” bir role hapseder. Bu durum üç biçimde ortaya çıkar:
- Zaman dengesizliği:
Herkese yetişmeye çalışırken kendimize ayırdığımız zamanı kaybetmek.
- Duygusal dengesizlik:
Sürekli dinleyen, motive eden, destekleyen taraf olmak fakat kendi duygularına alan açmamak.
- Enerji dengesizliği:
“Hizmet etmek” niyetiyle yola çıkarken, yenilenmeye fırsat bulamamak.
Bu noktada durup sormamız gerekiyor: Biz bu kadar verirken, neyi alıyoruz?
Takdir mi, geri bildirim mi, gelişim fırsatı mı, yoksa sadece yorgunluk mu?
Alma – verme dengesi, tıpkı bir nefes alışverişi gibidir. Sadece verirsek tükeniriz, sadece alırsak içe kapanırız. Gerçek denge, sirkülasyonun sürekliliğidir. McKinsey’in 2022 tarihli “Healthy Performance Ecosystems” raporu, yüksek bağlılığa sahip ekiplerin üç ortak özelliğini sıralıyor:
- Bilgi akışı iki yönlü.
- Takdir ve geri bildirim kültürü dengeli.
- Liderler, çalışanlardan da öğreniyor.
Yani kurumsal sistemde “alma” yalnızca ücret ya da ödül anlamına gelmiyor;
öğrenmek, geri bildirim almak, ilham almak da bir alma biçimi. Bu gerçekleştiğinde kurum, yaşayan bir organizma gibi kendi enerjisini yenileyebiliyor.
Liderler için bu dengeyi korumak iki yönlü bir sorumluluk: Hem kendi enerjilerini korumak hem de ekiplerinde bu kültürü modellemek. Harvard Kennedy School’un 2024 raporuna göre, “dengeli liderler”in ekiplerinde tükenmişlik oranı %60 daha düşük. Bu liderler, yalnızca yönlendiren değil; dinleyen, öğrenen, paylaşan liderler. Çünkü bilgelik, tek yönlü konuşmaktan değil, karşılıklı alışverişten doğuyor.
Alma – verme dengesi, yalnızca bir bireysel farkındalık konusu değil; çalışan bağlılığından liderlik kalitesine, kurum kültüründen toplumsal sağlığa kadar her alanı etkileyen bir sistem meselesi. Biz, katkı sağlamayı erdem bilirken, almanın da bir olgunluk göstergesi olduğunu hatırlamalıyız. Teşekkürü kabul etmek, destek istemek, dinlenmeye izin vermek, sınır çizebilmek… Bunlar da tıpkı yardımlaşmak kadar değerlidir. Çünkü denge, iki tarafın da varlığıyla mümkündür.
Verdiğimiz kadar almayı, aldığımız kadar paylaşmayı öğrendiğimizde hem birey olarak güçleniriz hem kurumlarımızı sürdürülebilir kılabiliriz. Bugünün hızla değişen dünyasında, başarı artık sadece ne kadar “verdiğimizle” değil, ne kadar dengede kaldığımızla ölçülüyor.
M.Efsun Yüksel Tunç
Eğitmen ve Yönetim Danışmanı
Yaşam ve Yönetici Koçu
https://www.linkedin.com/in/efsunyukseltunc/
@indusefsun
#almavermedengesi #leadershipculture #selfawareness #organizationalhealth #mindfulleadership #farkındalık #growthjourney
