Devam eden 21 Ekim kurultay sürecinde UBP öyle bir çıkmaz sokağa girdi ki, bu çıkmaz sokak her türlü manevra olanağını ortadan kaldıracak şekilde daralıyor.

Sonunda belki de UBP aracı çıkmaz sokağın sonuna bile varmadan daracık bir yerinde sıkışacak. Sıkışıp kalırken kapıları da açılamayınca, içindekiler de mahsur kalacak.

 

 

UBP’de yaşananları biraz da yaptığımız işin zorunluluğu ile izliyoruz...

Devam eden 21 Ekim kurultay sürecinde UBP öyle bir çıkmaz sokağa girdi ki, bu çıkmaz sokak her türlü manevra olanağını ortadan kaldıracak şekilde daralıyor.

Sonunda belki de UBP aracı çıkmaz sokağın sonuna bile varmadan daracık bir yerinde sıkışacak. Sıkışıp kalırken kapıları da açılamayınca, içindekiler de mahsur kalacak.

O hale gelecek UBP’yi kim kurtaracak?

Kimse kurtaramayacak.

Peki son katılanlar ne olur?

Onlar da bu kötü kaderin yoldaşı olmak için o UBP aracına binmişliğin yazgısını yaşayacak.

UBP için tablo bu kadar mı kötü?

Evet çok kötü.

UBP’nin hiç mi kazanma şansı yok?

Yok. Bir yazı tura atışı düşünün. Normalde atış için kullanılan paranın bir yüzü yazı, öteki yüzü tura... Böyle bir durumda yüzde elli kazanma şansı var. Ama UBP için atış yapılırken söylenen şudur: “YAZI GELİRSE KAYBEDER, TURA GELİRSE KAZANMAZ.”

***

Bu yazı asla UBP’ye düşmanca ya da çok ötekileşerek yazılan bir yazı değil.

Hatta kurultay sürecinde yazdığım ve UBP’deki tüm taraflarca objektif olarak nitelendirilen yazılarımın da en objektifi.

***

Kıbrıslı bir Türküm...

Atalarımın Anadolu’dan geldiğini inkar etmem. Hatta fırsatım olsa 1571’lere kadar gidip atalarımın izini bulmaya çalışırım.

Türkiye ile eşitlik düzeyinde, karşılıklı saygılı, itibarlı, verimli bir iletişimi yaşamsal önemde bulurum.

Hem Kuzey Kıbrıs’ta hem de Türkiye’de çok partili demokratik yaşamda var olan hele iktidar sorumluluğu taşıyan parti ve siyasilerin demokratik kalitesini çok önemli bulurum.

Hayatımda etkili olacak insan ve kurumsal yapıların yaklaşımlarını yakından izlerim.

Hiç kuşkusuz bu yaklaşımlarım Kıbrıs’ta beni konuk değil ev sahibi yapan Kıbrıslılığımı ortadan kaldırmaz.

***

2012’yi yolcu ettik.

2012’den 2013’e miras kalan hiçbir iyi gelişme yok.

En önemli iki kötü miras DARMADAĞIN, DEMOKRATİK DEĞERLER VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ANLAYIŞINDAN GİDEREK UZAKLAŞAN BİR UBP ve İFLAS ETMESİNE RAĞMEN DAHA DA DERİNLİKLERE DOĞRU BATAN LEFKOŞA TÜRK BELEDİYESİ.

Kötü miras sadece bu ikisi mi?

Elbette değil. En genel anlamıyla EKONOMİ DİBE VURDU.

UMUT DEĞİL UMUTSUZLUK HİÇ BİR ZAMAN BU KADAR ZİRVE YAPMADI.

Ancak UBP ve LTB’de yaşananlar hukuktaki örnek dava gibi en kötünün örnekleridir.

***

Bu tür sorunlar başka ülkelerde yaşanmaz mı?

İnsan olan her yerde sorun mutlaka vardır ve yaşanır.

Ancak sorunun ortaya çıkması değil, sorunun çözümündeki yöntem ve becerilerin niteliği önemlidir.

Sorun ne olursa olsun çözüm yönteminin kabul edilebilirliği için demokratiklik ve hukukun üstünlüğüne ne kadar saygı, ne kadar özen gösterildiği çok önemlidir.

Demokratiklik ve hukukun üstünlüğüne saygının, kolay algılanıp, sorgulanabilmesi için de SAYDAMLIK, AÇIKLIK VE HESAP VEREBİLİRLİK ilkesinin firesiz hayat bulur olması koşuldur.

***

UBP ve Lefkoşa Türk Belediyesi’nde yaşananlarda demokratiklik ve hukukun üstünlüğü kurallarına saygı var mı?

UBP ve Lefkoşa Türk Belediyesi’nde yaşananlarda saydamlık, açıklık ve hesap verebilirlikten söz etmek mümkün mü?

Bu iki soruya elini vicdanına koyup Başbakan İrsen Küçük dahil “EVET” diyecek kaç kişi var?

EVET diyecek kim olursa olsun, asla kavga etmeden, her türlü platformda ortak akıl anlayışıyla konuşmaya, tartışmaya hazırım.

***

Kişisel çıkarlar, örgütsel, zümresel çıkarlardan, örgütsel – zümresel çıkarlar da toplumsal çıkarlardan daha değerli olamaz.

Somutlaştırırsak İrsen Küçük ya da Ahmet Kaşif, UBP’den, UBP de Kıbrıs Türk toplumundan asla daha değerli olamaz.

Bu temel kural tam ters bir şekilde, “toplumsal çıkarlar, örgütsel ve zümresel çıkarlardan, örgütsel – zümresel çıkarlar da kişisel çıkarlardan daha değerli olamaz” denilirse tam da UBP’de yaşananlar gözler önüne serilir.

***

Toplumsal çıkarlara dayalı hedeflerde sınır koymak çok kolaydır. Toplumun her bakımdan refah düzeyini yükseltmek için hedefler konulur. O hedeflere varılıp – varılmadığı değerlendirilir ve yeni hedeflere koşulur.

Toplumsal hedefler doyum ve hazmetme içerir.

Ancak kişisel çıkarda doyumsuzluk hastalığı kolay yakalanılabilen bir hastalıktır.

O hastalığa yakalananlar için ne örgüt ne de toplum önemlidir.

Gözleri karardıktan sonra ne demokrasi umurlarındadır ne de hukukun üstünlüğü.

Bu hastalığa yakalananlar, hasta olduklarını kabul etmedikleri için tedaviye de sonuna kadar karşıdırlar.

...Ve bilmezler ki bu hastalığa yakalananlar kısa vadeli kazanır gibi görünseler de, örgütleri ve toplum kaybettiği için, birlikte kaybetmeleri kaçınılmaz yazgıdır.

Dünya tarihi bunun örnekleri vardır.

UBP’de söz hakkı olan herkesi bu yazıyı hem okumaya hem de okutmaya davet ediyorum.

Hem de gecikme olmaksızın.

Çünkü bırakın birkaç gün sonrasını, yarın çok geç olabilir...

 

Günün sözü:

 

Kurtla aynı sofraya oturan, konuk mu, yemek mi olduğunu en sonunda öğrenir.


(Havadis gazetesinden alınmıştır)