Acı ama gerçek.

Bizde yıllardır yaşanan çevre felaketlerinin nedeni, bu topraklara gerçek anlamda sahip çıkılmaması, sahiplenilmemesidir.
Sıkışıldığı zaman, “Rum’un malının gailesi sizi mi tuttu?” deniliyor.
Satıp paracıklar cebe indirileceği zaman eldeki taşınmaz mallarının orijinal mülkiyetinin farklı olduğu akıllara bile getirilmez. “Benimdir ne istersem yaparım” denilir.
Bu anlayışla ne denize, ne doğaya, ne de ormana sahip çıkılabilir.
Çıkılamadığı içinde her türlü felaket bir anlamda ihmalin, politikasızlığı çıkardığı davetiyeyle geliyor. Tıpkı son iki felakette olduğu gibi…


Kıbrıs’ın bütünü ne kadar büyük ki…
Kuzey Kıbrıs’a yönelirsek, küçük adanın urup avuçluk parçasıyla yüzleşiriz…
Urup avuçluk ama korunması gereken doğal güzellikler, doğal değerler bakımından adanın daha büyük parçası olan Güney Kıbrıs’la çok rahat yarışabilir.
Kuzey Kıbrıs’ta Karpaz bölgesinin, güzellikleriyle, doğasıyla sahip olduğu değerler bütünü ise çok özeldir.
***
Pazartesini salıya bağlayan gece Kalecik’te denize yüz küsur ton yakıt akıtıldı.
Gördüğümüz en büyük çevre felaketlerinden biriyle yüzleştik.
Denize petrol sızıntısı dünyanın her yerinde felaket olarak nitelenir.
Petrol bulaşmış deniz canlıları ve doğal yaşam görüntüleri insan olan insanların yüreklerini sızlatır.
O görüntüleri bu kez kendi ülkemizde yaşıyoruz.
***
Dün de Karpaz bölgesinde sınırlı ormanlık alanlarımızda yangın çıktı.
Saat 13.00’te çıkan yangının 16.00 sıralarında kontrol altına alındığı açıklandı.
İnşallah alınmıştır.
Neden inşallah?
Çünkü Kıbrıs’ın yaşadığı en büyük orman yangınlarından biri olan 1995 Girne Dağları yangınında ilk günün akşamında “Kontrol altına alındı” açıklaması yapılmıştı.
Ancak ertesi gün yangın Lefkoşa- Giren yolunun doğusuna sıçrayıp çok daha büyük alanın yanıp kül olmasına neden olmuştu.
O yangından ders çıkardık mı?
Bana göre çıkarmadık.
1995 yangınında felaketin büyük olmasının en birinci nedeni koordinasyonsuzluk yani çok başlılıktı.
Kısıtlı yangın söndürme araçları bile doğru dürüst yönlendirilememişti.
***
Bir kez daha altını çizeyim.
Kuzey Kıbrıs’ta evrensel değerlerin yol gösterici olduğu çevre politikası yoktur.
Hangi konuda doğru dürüst politikamız var ki?
Bu soru da çok yerinde.
Politika demek, seçilmişlerin yeniden seçilmek için yaptıkları Ali Cengiz oyunlarının bütünüdür.
Çevreye doğal yaşama sahip çıkmak için yaşadığınız toprakları kendinizden çok daha değerli görmeniz gerekir.
İnsanoğlu, doğumla başlayan yaşam yolculuğunu bir gün ölüme noktalar.
İnsanoğlu, o ortalama ömür süresi içinde yüksek insani değerlerle sahiplenilmeli.
Yaşam boyunca, yaşam kalitesinin en iyi düzeyde olması için ülkeyi yönetenler ne gerekirse yapmalı.
Mağdur olan, hatalı politikalardan etkilenenle tek tek ya da toplucu hakkını arayıp, politikaların şekillenmesini sağlayabilir.
Ancak sıra doğal yaşama geldiği zaman, denizin, ormanın, insan dışındaki canlıların ve varlıkların kendileri için koruyup, geliştirici koşulları talep edip, ısrarla bu taleplerini sürdürmeleri mümkün değil.
Beşparmak Dağları’nda, taş ocakları, doğayı koruyarak taş çıkarılan yerler değil.
Kağıt üzerinde taş ocaklarının nasıl çalışacağı, patlamaların nasıl olacağı, bir yerden sonra o alanların nasıl doğayla barışık düzenleneceği vardır.
Peki uyuluyor mu?
Uyuluyor diyenler bir adım öne çıksın da görelim.
***
Orman yangınlarında yanan ağaç sayısı kadar hatta kat kat fazla fidanın dikilmesiyle yara sarılmaz.
Daha çok orman ağacı dikilebilir…
Yetkililerin orman yangınları sorası fidan dikimiyle yaranın sarılabileceğini seslendirdikleri zaman çıldırırım…
Orman sadece ağaçtan oluşmaz.
Oramda yılların birikimiyle oluşan toprak dokusu ve ormandaki canlılar ormanın orman olmasının en önemli etkenleridir.
En az yüz yılda oluşan orman dokusuna, yangın sonrası yeniden sahip olmak da en az yüz yıl ister.
Ortalama insan ömrü düşünüldüğü zaman bu yaşanan orman yangının yok olan orman dokusunun yeniden var olduğu, bugün hayatta olan kimse göremeyecek.
***
Denizdeki yakıt sızıntısıyla birlikte yaşanan felaket için yazıp söyleyecekleri çok farklı değildir.
Peki bir soru daha, “KUZEY KIBRIS’I SAHİPLENİYOR MUYUZ?”
Yanıtım gayet açıktık.
SAHİPLENMİYORUZ.
Çevre ve doğal değerlere sahip olma noktasında politikasızlığın altında yatan en önemli neden budur.
Yaşadığımız bu toprakları vatan bilerek sahiplenenler kesinlikle azınlıktadır.
İnsanoğlunun sahiplenmesi için kendine ait hissetmesi çok önemlidir.
Kendine ait hissetmeyen sahip de çıkmaz.
***
Sanırım uzunca bir süre önce sizlerle paylaşmıştım.
Bir kez daha yazayım.
Adamın biri ciddi bir kaza geçirmiş.
Ameliyatla pek çok organı değiştirilerek yaşama tutunması sağlanmış.
Değiştirilen organların biri de anüsüymüş.
Kaza öncesi adamın cinsel tercihi genelle uyumluymuş. İlgisi karşı cinse doğal olarak.
Ameliyat sonrası adamın cinsel tercihinde farklılık olmuş. Farklı tercihine uygun cinsellikler yaşamaya da başlamış.
Hoşuna da gidiyormuş.
Ancak geçmişi, tüm değer yargılarıyla anımsadığı için rahatsızlık da duymuyor değilmiş.
Sonunda karar verip, bir gün ameliyatı yapan doktorun kapısını çalıp durumu tüm açıklığıyla anlatmış.
Doktor uzun uzun anlatmak yerine biraz da argo bir üslupla şu yanıtı vermiş: “Hiç umurunda olmasın ver gitsin. Senin bedeninin bir parçası gibi görünse de sana ait değil ki.”
***
Acı ama gerçek.
Bizde yıllardır yaşanan çevre felaketlerinin nedeni, bu topraklara gerçek anlamda sahip çıkılmaması, sahiplenilmemesidir.
Sıkışıldığı zaman, “Rum’un malının gailesi sizi mi tuttu?” deniliyor.
Satıp paracıklar cebe indirileceği zaman eldeki taşınmaz mallarının orijinal mülkiyetinin farklı olduğu akıllara bile getirilmez. “Benimdir ne istersem yaparım” denilir.
Bu anlayışla ne denize, ne doğaya, ne de ormana sahip çıkılabilir.
Çıkılamadığı içinde her türlü felaket bir anlamda ihmalin, politikasızlığı çıkardığı davetiyeyle geliyor.
Tıpkı son iki felakette olduğu gibi…

Günün sözü:

Doğaya sahip çıkanlar, insani değerle bakımından aşama gösterenlerdir.


(Havadis'ten)