Vatandaş, politika ve seçimleri konuşmak istemiyor.

Seçime 23 gün kaldı, sokaklarda ve kahvehanelerde seçimin havası yok gibi. Eskiden seçime bu kadar az zaman kaldığı zaman dünkü sohbet türü bir sohbette parti tercihine göre konuşan ve partisini savunan insanlar görürdünüz. Dün bir tek kişi bile parti ya da aday temelinde savunma yapmadı.
Ben dürttüm. Gene olmadı.
Bir süredir gözlediğim vatandaş sessizliğini dün de net olarak gördüm.

Dün sabah saatlerinde günlük program akışımda bir saat kadar boşluk yakaladım.
“O bir saati nerede değerlendirebilirim?” diye düşündüm.
Bir an duraksadıktan sonra Cumhurbaşkanlığı’na yakın Kanlımescit Kahvehanesi’nde, karar verdim.
Kanlımescit Kahvehanesi, tipik bir Kıbrıslı Türk kahvehanesi.
Müşterilerin ezici çoğunluğu orta yaşın üzerinde.
Ne müşteriler ne de kahvecinin acelesi var.
Sabır Lokantası gibi Kanlımescit Kahvehanesi de Sabır Kahvehanesi, bir anlamda.

***
Arabayı park edip, asmanın altında oturanlarla selamlaştım.
Neredeyse tümünü tanıyordum.
Bazılarını ismen bazılarını ise sima olarak.
Kahvemi, uzun yıllar Sarayönü’nde humus çorbası yapan iki metrelik uzun boyuyla Uzun Halil Ağa olarak bilinen Halil Ağa’mız ısmarladı.
Artık emekli.
Ancak yıllar önceki halinden duruşundan hiçbir şey kaybetmedi.
Kocaman bir beden ama sesini yükselttiğini hiç anımsamam.
Hala öyle…
***
Salih Hasoğlu da Lefkoşa insanı.
Haksızlığa karşı her türlü tepkiyi destekleyen bir insanımız…
Çocuklarının sırf yalakalık yapmadığı için mağdur edilmek istenmesini, haklarının yenilmesini hiç affetmiyor.
Fark ettim, yapanlarla yüzleşse yüzlerini tükürebilir.


***
Kanlımescit’te bir saat kadar oturdum.
Seçime sayılı günler var, ancak vatandaşın ilgi merkezinde henüz seçimler yok.
Seçimler yok ama siyasete, siyasetçiye duyulan bir öfke var.
Sohbete katılan Hatay kökenli bir vatandaşın şu sözleri siyasi eğilimde nelerin etkili olabileceğini gösteriyor:
“Yirmi seneden fazladır Kıbrıs’ta yaşıyorum. Su satıp çocuklarımızın ekmeğini çıkarıyorum. Çok şükür halimden memnunum. Bugüne kadar da hep UBP’ye oy verdim. Ancak bu defa kesinlikle vermem. Çünkü bir oğlum var, pek çok defa söz vermelerine rağmen bir devlet işine almadılar. UBP’ye vermem, inatlarına CTP’ye veririm.”
Çocuğunun işe alınmamasına tepki koyan vatandaşın söylediklerine tepkiyi gözledim.
Kimse, “Haklısın be gardaş” demedi.
Dahası söylenilenlerin özünü topladığım zaman vatandaş, partizan yaklaşımlardan kimsenin kazanan olamayacağını gördü.
***
Devletin hala neden albenili olduğunu bir anlamda çapraz sorularla öğrenmeye çalıştım.
İşte söylenenlerin özü:
“Tamam herkese devletten iş istemesin. Peki nereye gitsin? Özel sektörün durumu ortada. Asgari ücreti bile vermek pek çok iş yeri için imkansız hale geliyor.
Gençlerin kendi işinin sahibi olması için bir devlet politikası yok.
Dükkan kiraları dövizle.
Kim döviz kazanır da kiralar döviz?
Hükümet ülkede ödemeler Türk Lirası’yla yapıldığına göre kiralar, beyaz eşya, araba ve konut satışları da TL olsun.
Dereboyu’nda yeni dükkanlar yapılır. Bırak astronomik kirayı, en baştan hava parası için istenen para bir servet.
Bu durumda hangi genç iş kuracak.
Devlette iş yok.
Özelde para ve iş yok.
Kendi işini kuramaz. Bunun manası çekin gidin, demektir.”

***


Vatandaşın, hükümeti boş verin devletin bütününe güveni sıfır.
Yıllar evvel insanların bankalardaki Kıbrıs Liralarının gerçeğin çok altında sabit bir kurlar resmen hortumlandığını hatırlatan Halil amcamız şunları söyledi:
“Ben Tahtakale’de doğdum büyüdüm. Tahtakale’de fakirhane vardı. Çocukluk deliliğiyle gider, fakirhanenin mutfağındaki karpuzlara ve öteki yiyeceklere zarar verirdik. Bir defasında yakalandık, Sarayönü’ndeki polise getirildi. Sorusuz sualsiz cüssemize göre hepimizi kırbaçtan geçirdi polis. Peki biz üç tane karpuzu parçaladık diye kırbacı yerken, hepimizin paralarını cebe indirenler, cebe indirmelerini yardım edenler hangi cezayı gördü?
Bu memleket bu hale geldiyse sebebi, yapanın yanında, tutanın elinde kalmasıdır.
Bu anlayış değişmeden hiçbir şey değişmez. Hiç umudum yoktur.”

***
Konuyu seçimlere getirmek istedikçe vatandaşın kendi dert önceliklerini konuşmak istediğini fark ettim.
Sohbete mahkemeden gelen bir insanımızın anlattıkları ilginçti. İşte anlattıkları: “Bana göre haklı olduğum bir konuda dava edildim. Mahkemeye gidip kendimi savunma konusunda derdim ve sorunum yok. On defadır mahkemeye giderim, davacı taraf gelmiyor. Peki ben daha ne kadar gideceğim? Hakim dava eden davaya ilgi göstermezse makul bir tekrardan sonra davayı düşürmeli. Hem dava edeceksin hem de mahkemeye gelmeyeceksin. Böyle şey olur mu?..”
***
Vatandaş, politika ve seçimleri konuşmak istemiyor.
Seçime 23 gün kaldı, sokaklarda ve kahvehanelerde seçimin havası yok gibi. Eskiden seçime bu kadar az zaman kaldığı zaman dünkü sohbet türü bir sohbette parti tercihine göre konuşan ve partisini savunan insanlar görürdünüz. Dün bir tek kişi bile parti ya da aday temelinde savunma yapmadı.
Ben dürttüm.
Gene olmadı.
Bir süredir gözlediğim vatandaş sessizliğini dün de net olarak gördüm.
Sohbet bitti Arabama gittim. Kendi kendime, “Kanlımescit gözlemini en az kelimeyle nasıl özetlersin?” sorusunu sordum.
İşte yanıtım… “Tepki, öfke, güvensizlik, ilgisizlik…”

Günün sözü:

Suskun sokağın, kimi cezalandıracağını tahmin etmek zordur.


(Havadis'ten)