Emir Timur’un doğduğu Şehr-i Sebz, yani “Yeşil Şehir”

Başkanım, bugün Semerkant programımız çerçevesinde Emir Timur’un doğduğu Şehr-i Sebz’i, yani “Yeşil Şehir”i ziyaret edeceğiz. Semerkantlı genç dostumuz Timur, anlaştığımız üzere kahvaltı sonrası otelimizin önünde bizi bekliyor. Semerkant ile Şehr-i Sebz arası yaklaşık 78 kilometre. Ancak dağlar arasındaki yolların durumu nedeniyle bu mesafeyi iki saatte kat ediyoruz.

Semerkant’tan ayrıldıktan sonra yol boyunca sağlı sollu uzanan köyler, ekili tarlalar, içinden geçtiğimiz yerleşim birimleri, Yeşil Şehir’e olan merakımızı daha da artırıyor. Dağları ve tepeleri aştıktan sonra adeta bir Anadolu kentine varıyoruz. Yeşillikler içindeki bahçeli evler, tek katlı yapılar ve şehre mührünü vuran turkuaz kubbeler bizi karşılıyor. Öğle vaktine doğru, günlük telaş içinde insanların hareketliliğini izleyerek Ak-Saray kompleksine ulaşıyoruz.

Kompleksteki eserleri gezmeden önce, girişin sol tarafındaki müzik müzesini ziyaret ediyoruz. Müze gezimiz sırasında, alt kattaki geniş salonda bir kültür ve müzik programına denk geliyoruz. Salon çoğunlukla kadınlarla dolu. Çekilişler yapılıyor, şiirler okunuyor, plaketler veriliyor. Türkiye’den geldiğimizi duyunca tüm dikkatler bir anda bize çevriliyor. Bir süre programı izledikten sonra dışarı çıkıyoruz. Ardımızdan gelen birkaç kişi bizimle sohbete başlıyor. İstanbul’a gittiklerini, bizi evlerinde ağırlamak istediklerini söylüyorlar. Sanki kırk yıllık dostlarmışız gibi, samimi bir yakınlık hissediyoruz.

Semerkant’lı Timur, Ak-Saray kompleksinin oldukça geniş olduğunu, yürüyerek gezmemizin saatler alacağını söylüyor. Girişte bekleyen dört tekerli mobil araçlardan birine biniyoruz. Aracın sürücüsü, eksiksiz bir Anadolu Türkçesiyle anlatmaya başlıyor:
“Emir Timur Babamız, Şehr-i Sebz’e çok yakın olan Hoca-Ilgar köyünde doğmuştur. Babası ve oğullarının mezarları da buradadır. Her ne kadar Semerkant’ı başkent yapsa da Şehr-i Sebz’i hiç unutmamış, gördüğünüz bu eserlerle şehri imar etmiştir.”

Gerçekten de nereye baksanız, Özbekistan’ın diğer şehirlerinde olduğu gibi, görkemli mimari eserler ve bir de Emir Timur anıtı karşınıza çıkıyor. Az ileride, duvarlarının bir kısmı yıkılmış olsa da, göğe doğru yükselen ve yapımı 25 yıl süren Ak-Saray’ın kalıntıları duruyor. Sağlı sollu o kadar çok tarihî, mimarî ve sanatsal yapı var ki, hangisine yönelmeniz gerektiğine karar veremiyorsunuz.

Bu mübarek mekânlardan biri, Emir Timur’un babası Taragay ile o günün din alime Şemseddin Kulal’ın türbesi. Dışarıda kavurucu bir sıcak olsa da içeride huzur hâkim. Dua ediyor, renk renk çinilere, oymalara bakarken yorgunluğunuzun gittiğini hissediyorsunuz. Türbenin içinde, farkına varmadan uzun uzun tefekküre dalıyorsunuz.

Kompleksin en görkemli yapılarından biri, Emir Timur’un bilge torunu Uluğ Bey tarafından yaptırılan Kok Gumbaz Camii. Kubbeye bakarken, yukarıda Şehr-i Sebz’in masmavi göğüyle göz göze geliyorsunuz. Avludaki yaşlı dut ağacı, etrafında el emeği ürünler satan Özbek kadınlar, sanki Anadolu’da veya Balkanlar’da bir Türk şehrindeymişsiniz hissini veriyor.

Bir diğer tarihî yapı topluluğu da Dor-us Siyodat Kompleksi. Emir Timur’un oğulları ve yakınlarının mezarlarının bulunduğu bu alanda derin bir sükûnet hâkim. Burada Emir Timur’un oğlu Cihangir’in kabri de yer alıyor.

Başkanım, iki üç saattir dolaştığımız bu tarihî alanlardaki eserler, 2000 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilmiş. Şehr-i Sebz, Timurlu mimarisinin en önemli örneklerinden biri olarak literatürde yerini almış durumda. Emir Timur’un ömrünün yetmediği için tamamlanışını göremediği Ak-Saray ise bu mirasın en eski ve en somut örneklerinden biri.

Başkanım, birkaç saat içinde gördüğümüz ve dinlediğimiz onca bilgiyi sindirmenin zorluğu içinde mektubuma burada ara veriyorum. Bir sonraki mektupta, büyük İmam – İmam-ı Mâturîdî’nin türbesinden yazmaya devam edeceğim.

Veyis Güngör
Semerkant, 24 Ekim 2025