‘Avrupa’da Türkçe meselemiz’ başlıklı son yazıma, Avrupa’nın bir çok ülkesinden ve dünyanın farklı beldelerinde yaşayan Türklerden ilginç reaksiyonlar geldi. Gelen reaksiyonların bazıları, ‘Avrupa’daki Türkçe meselemiz’ için karamsar olurken, bazıları da iyimserdiler. Bazı okurlarımız ise, Avrupa’da yirmi-otuz yıldır tartışılan Türkçe meselesine yeniden dikkat çektiğim için memnuniyetlerini ifade ediyorlardı.

Almanya’dan gazeteci yazar Muhsin Ceylan, soysal medya hesabından “Türkçe’nin hali noktasında okumam sizden çok farklı. Keşke iyimserliğe sebep tek bir noktamız olsaydı. Avrupa’da Türkçe’nin ruhuna Fatiha… Sadece uzatmalara oynuyoruz…” yorumunu yayınladı. Ceylan’a cevap, yine gazeteci ve yazar Şefik Kantar’dan şu şekilde geldi: “Dönülmez bir noktada değiliz. Pratik başlangıçlar ve samimiyetle iyi neticeler alınacağına hâlâ inanıyorum”.  

Diğer taraftan, Amsterdam’dan Kamil Saygı, İstanbul’dan Necati Yüzüak, Filipinlerden Ahmet Duru, Konya’dan Ahmet Ünver, Adana’dan Cezmi Doğaner, Hengelo’dan Latif Tuna, Köln’den Bayram Keskin, Rotterdam’dan Bekir Cebeci ve diğer dostlarım göndermiş oldukları reaksiyonlarda, Türkçe’nin önemine dikkat çektiler. İzmir’den Özcan Pehlivanoğlu ise ”Tedbir almazsak ve Türkçe ile yaşamazsak asimile olur gideriz! Her yerde olduğu gibi Avrupa’da da Türkçe ses bayrağımızdır!” gerçeğini hatırlattı.

Lahey’den Kürşat Koşer ise, millet olma, milletleşme sürecine dikkat çekerek ve “…tepki vermeyen bir topluluktan, sadece kişisel başarılar çıkar” diyor. Ve şöyle devam ediyor:  
“…Ne zaman kendilerini ‘görür’, ‘köklerini merak eder’, köklerinden aldığı güç ile, içinde bulundukları topluma enerji ve yaratıcı güç verirler, (Atatürk Türkiye'sinde olduğu gibi) o zaman saygı duyulan bir hâle geliriz. O zamana kadar, ya sabır ya sabır…”.

Türk Dünyasının farklı beldelerinden gelen yorumlar elbette tartışılabilir ve eleştirilebilir. Ancak bu yorumlar bize, Avrupa’da var olma sürecinde, Türkçe’nin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bunun bilinci içinde, “kök yazılım”ı hatırlayacak nesilleri sabırla, heyecanla beklerken, çeşitli Türk beldelerinde Türkçe için mücadele vermiş, öncülük etmiş örnekleri de hatırlamaya çalışalım.

İşte, Türk kalabilmek ve var olmak için, yakın geçmişimizde, Türkçeyi yaşatmak uğruna, olağanüstü bir gayret sarf etmiş idealistlerden birisi de Gökoğuz Türklerinden Mihail Çakır’dır. Çakır (1861-1938) bilindiği üzere Gökoğuz Türklerinin soy bilinci için bir ömür adamıştır. O bir yazar, din adamı, şair, tarihçi ve kültür adamıdır.

Mihail Çakır’ın Türkçe mücadelesi, yakın dönemde bir çok sosyal medya platformlarında paylaşıldı. Çakır’ın Türkçe aşkını şu şekilde özetleyebiliriz: “Gagauzların Tarihi ve Etnografik Özellikleri” ve 34 kitabın yazarı Mihail Çakır, Gökoğuzların önemli bir entelektüeli olup, Gökoğuzların Türkçeyi unutmalarıyla Türklüklerini de kaybedeceklerine inanmaktadır. İşte bu inançla, 40 yıl boyunca köy köy dolaşarak, Gökoğuz çocuklarına ve gençlerine Türkçeyi öğretmiştir. Ancak, her köye yetişemeyeceğini anlayınca, 1931 yılında Bükreş Büyükelçimiz Hamdullah Suphi Tanriöver’e başvurur ve yardım ister. Çakır’ın bu isteği Atatürk tarafından tereddütsüz yerine getirilir. Gökoğuzlara Türkçe öğretmek üzere, Türkiye’den 30 öğretmen gönderilir. Aynı dönemde, 300 Gökoğuz genci de üniversite eğitimi için Türkiye’ye gönderilir. Bu yetmez elbette. Mihail Çakır’a bir de “Türklüğe Üstün Hizmet Nişanı” verilir. İşte bugün, Moldova’nın Komrat kentinde, Çadır kasabasında ve diğer bölgelerinde kadınlar sokak köşelerinde bir ikindi vakti Türkçe sohbet yapıyorlarsa, bunu Mihail Çakır’a borçlular.

O halde, Avrupa’da Türkçe meselemiz, kendini bu milletin ve insanlığın geleceğine adayan ülkücü Mihail Çakır’ların ve milli mücadelenin coşkulu hatibi, teşkilatçısı ve İstiklal Marşımızı TBMM’nde 4 defa üst üste okuyan Hamdullah Suphi Tanrıöver’lerin ortaya çıkmasına bağlıdır.
Bu iki ideal karakter oluşmadıkça, birbirini anlamadıkça, sabırla ama şikayet etmeden ‘kök yazılım’ın harekete geçireceği kahramanları bekleyeceğiz. Görünen o ki, bir süre daha, etkinliklerde, boy boy verilen pozları seyretmekle yetineceğiz…

Veyis Güngör
27 Şubat 2024