Üç hafta önce, Hollanda Temsilciler Meclisi’nde on iki saat süren, “Hollanda’da casusluk faaliyetlerinin cezalandırılmasının genişletilmesi” ile ilgili bir yasa tasarısı görüşüldü. Tasarı tartışmasında, tahmin edileceği gibi Çin ve Rusya’nın Avrupa’da yaptığı casusluk etkinlikleri gündeme geldi. Aynı tartışmanın ilerleyen bölümlerinde Türkiye direkt İran ise dolaylı olarak konu oldu. Türkiye ile ilgili bölümü “Temsilciler Meclisi ve Diyanet Vakfı” başlıklı yazımda kısaca özetlemiştim.

Uzun süren tartışmada, söz alan siyasi parti temsilcilerinin üzerinde ısrarlar durdukları bir kavram dikkat çekti. O kavram “diaspora casusluğu” kavramıydı. Bu kavramın içeriğine girmeden önce, bir iki cümle ile diaspora kavramına değineyim.

Bu köşeyi takip edenler mutlaka hatırlayacaklardır. Sık sık diaspora kavramı üzerinde Avrupa’daki Türk düşünürlerinin bir türlü hem fikir olamadığına dikkat çektim. Diaspora kavramının dinamik bir kavram olduğunun altını çizdim. Kavramın ilk kullanıldığı yıllardaki tanımlaması ile son yıllarda yüklenen anlamının değiştiğini ve geliştiğini de belirttim. Hatta, ‘gelin hep birlikte Türk diasporasının tanımını yapalım’ teklifini de yaptım. Çünkü, özellikle Avrupa Türklerinin mevcut diaspora tanımlarında zorladığını da izah ettim. Buna rağmen, özellikle bazı milliyetçi ve muhafazakâr dostlarımız ısrarla, diaspora kavramına alerji duymaya devam ediyorlar.

Oysa, biz diaspora kavramında hem fikir olamamışken, başkaları “diaspora casusluğu” kavramını tartışıyor.

Klasik casusluk, alışık olduğumuz üzere, her seçim öncesi ısıtılıp getirilir. Buna göre, Avrupa seçimlerine müdahil olduğu iddia edilen ülkelerin başında da Rusya gelir. Ülkelerin istihbarat teşkilatları da bu anlamda birkaç somut olay açıklarlar. İki hafta önce, Alman istihbarat teşkilatı, Almanya’da Çin gizli servisine casusluk yaptıkları için üç kişiyi tutukladı. Yine kısa bir süre önce Hollanda istihbarat servisi AIVD, Rus Büyükelçiliğinde diplomat olarak çalışan ve teknoloji ve bilim alanında casusluk faaliyetleri yapan bir Rus subayını ortaya çıkardı.  

Ancak, diaspora casusluğu, oldukça sorunlu, sınırları pek belli olmayan bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Hollanda’da büyük sayılabilecek diaspora gruplarına sahip ülkeler var. Bu gruplar, hem Hollanda hem de aidiyet duydukları ülkelerin kalkınmaları için, bazen uluslararası etkinlikler yaparak, projeler hayata geçirirler. Hollanda’da elde ettikleri bilgi, tecrübe ve uzmanlıklarını kendilerinin ya da ebeveynlerinin geldikleri ülkelere transfer ederek, o ülkelerin kalkınmasına katkıda bulunuyorlar. Böyle düşünmenin ve hareket etmenin “diaspora casusluğu” ile ilgisi olabilir mi? Elbette hayır.

Temsilciler Meclisinde de tartışıldığı üzere, Wageningen Üniversitesi’ne staj için gelen Çinli öğrenciler, elde ettikleri birçok bilgiyi gönüllü olarak paylaşıyorlar, diğer ülkelerin öğrencileri gibi. Burada, eğer Çinli öğrenciler, burs aldıkları kurum ile, Çin Büyükelçiliğine rapor vereceklerine dair bir form imzalamamışlarsa, söz konusu bilgi paylaşımının “diaspora casusluğu” olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.   

Aynı akşam saatlerce süren tartışmalarda, kendisinin diaspora casusluğuna kurban olan bir aileden geldiğini belirten İran kökenli VVD’li liberal bir milletvekili de, yaşadıklarından örnekler vererek, “diaspora casusluğu” kavramına  farklı bir boyut kazandırdı.

Oldukça sorunlu bir kavram olan “diaspora casusluğu”, iki yıl önce de Hollanda Kabinesinin gündemine gelmişti ve diaspora casusluğuna karşı önlemler alınmıştı.
“Niyet”, elbette bu noktada çok önemli bir rol oynasa da, dijitalleşen ve küreselleşen bir dünyada “diaspora casusluğu” kavramı tartışmaya açık bir kavramdır. Yoruma muhtaçtır.  

Veyis Güngör
14 Mayıs 2024