Dünya, vicdanlı ve ahlaklı insanlar için tehlikeli ve tekinsiz bir yurttur; içinde öfke ve kin barındıran tek gözlü canavarlara kol kanat germiş bir yurt.

Eminim birçoğunuz insanlığın edep ve vicdan noktasında nereye geldiğini, gün geçtikçe izlenen-okunan haberler karşısında daha ne kadar bozulacağını üzülerek ve hayretler içinde izliyordur. Günümüzün en sık rastlanan psikolojik hastalıklarının başında depresyon-anksiyete, bipolar ve panik bozukluk gelmekte. Tüm bunların kökenine indiğimizde ise temelinde yoğun ve sık depresyon olduğunu görüyoruz. Toplumda bir söz vardır; her hastalığın başı stres ve üzüntü.  Hüzünleniriz, ruhsal dengemiz yerle bir olur ve baş edemeyecek dönemlere gireriz. Hüzünleniriz çünkü dünyevi sıkıntılar içindeyizdir; mal-mülk çabası, aile sorunları, ikili ilişkilerde problemler, kazanç ve kariyer kaygısı, ölüm-yas süreçleri vb. Gittikçe artan hüzün, bir noktadan sonra yerini bunalıma bırakır. Bunalım yani depresyon ise kişiyi dallanıp budaklanacak bir mental çöküşe sürükleyecektir. Mental çöküşler bireysel yaşanabileceği gibi toplumsal bazda da yaşanabilir. Bu da bunalımın çeşitli evrelerinde takılı kalmış milyonlarca insanı bir sonraki durağa sürükler: Ahlaki çöküş

İnsan, iyi ve kötü yargısına ahlaki bilgi ve duyarlılık sonucunda ulaşır. Bakıldığında bütün semavi dinler, “iyi insan” yetiştirmek için gelmişlerdir. Günümüzde ahlak ve etiğin evrimi, sosyal medyanın her yerde bulunmasının mümkün kıldığı kitlesel farkındalık ve katılım sayesinde tamamen yeni bir yön aldı. Çığır açtı dediğimiz olaylar bireysel ve toplumsal ahlaki kimliklerimizin şekillenmesine ve yönlendirilmesine neden oldu. Nezaket kavramı artık eski moda bir alışkanlık gibi görünüyor, dürüstlük ise isteğe bağlı eski bir kalıntı. Güven kavramı yerini çoktan şüpheye bırakmıştı bile. Toplumsal ahlakın gerilemesi, ahlak temellerinin sarsılması, insani aklın ve vicdanın nihai çöküşü…Tüm bu kavramlar sonunda modern çağın nasıl karanlık şafaklara yelken açtığının resmidir.

Sadece biyolojik dokumuz değil mental dokumuz da bozuldu. Yediklerimiz içtiklerimizle, soluduğumuz ve dokunduklarımızla ya da algılarımızla bozulduk. Ahlak kavramı sadece ülkemizde değil dünya çapında bir gerileme ve çöküş döneminde. Öyle hızlı bir düşüş yaşanıyor ki insani vicdan adeta psikolojik bir yanılsamaya dönüştü. Sanki eskilerde kalmış tarihsel bir anlatı gibi. Şimdilerde adeta bir illüzyon gibi; ortaya çıktığında heyecan veren ama gerçek olmadığı bilinen...

Her birimiz yaşam süreçlerimizde ahlaki kodlara sahibiz. Bu kodlar yaşam süremiz boyunca değişebilir, gelişebilir. Ömrü boyunca kırsalda doğanın huzurlu kollarında yaşamış, insanla çok fazla muhatap olmamış, sosyal medya ve TV gibi araçlar kullanmayarak algı yönetimine maruz kalmamış, kendi ekip biçtiğini yiyen biri ile şehir hayatında tüm bunların daha fazlasına maruz kalmış birinin ahlaki kod sürecini bir tutmamalıyız. Hem dış müdahaleler hem de hayat tecrübelerimiz ile hepimizin ahlak algısı ve ahlaki kimliği ne yazık ki ağır sektelere uğruyor.

Tüm bu yukarda saydıklarım büyük etkenler evet ancak bir de her şeye maruz kaldığı halde özündeki temiz ahlakın hiç kirlenmediği insanlar var. Olmalı. En azından en yakınınızı sorguladığınızda cevabınız benim gibi evet ise şanslısınız demektir. Bir kişinin bile özünü kaybetmediğini bilmek bu zamanda en büyük nimetlerden biri. Çünkü elini uzattığında şüphe duymadan güveneceğinizi biliyorsunuz, kalbinin samimiyetini biliyorsunuz, riyakar olmadığını sizi maddi-manevi dolandırmayacağını, sahte samimiyetler içerisinde bulunmayacağını…İşte bu hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar gerçeği yaşamak ve yaşatmaktır bana sorarsanız.

Düşüncemin özü şu ki; edepsizlik çağımızın en korkunç hastalığıdır. Edepsiz insanın özü karanlıktır. Edepsiz insan vicdansızdır; vicdansız bir insanımsıdır. Edebin olmadığı her yer zifiri karanlığa mahkumdur. İnsan, yaratılışı itibariyle adeta deniz gibidir, edepli insan ise denizin dibindeki okyanus. Yılın bu son günlerinde tüm insanlığın kendi okyanusunu bulması dileğiyle…