Bir önceki yazımızda, Türkiye’nin takip ettiği ‘Komşularla Sıfır Sorun’ politikasının, dönemin şartlarının zorlamasıyla akamete uğramasından hareketle, bugün gelinen noktayı ele almıştık.

Komşularla Sıfır Sorun eksenli yeni Türk Dış Politikası, Batılılarca çalınan Arap Baharı ve Suriye’deki zulüm düzeninin zıvanadan çıkması yüzünden, en azından dönemsel olarak, kendisinden beklenen işlevi gösterememişti. Neticede, yönetime muhalif partiler ve medya dünyası, Sıfır Komşu söylemini geliştirmişti.

Diplomaside kurgulanan politika ve stratejiler, genellikle orta ve uzun vadeli beklentileri içerir. İlaveten, dışarıda yaşanan gelişmeler, mevcut dış siyaset uygulamalarını sürekli revize etmeyi gerektirebilir. Mesela; demokratik yolla seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mürsi’ye karşı darbe yapan Abdülfettah Es-Sisi’nin yönetimine el koyduğu Mısır’la ilişkilerin soğuması… Mesela; tam da işleri yoluna koymak üzereyken, Batılıların müdahil olmasıyla bozulan Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri gibi…

DİKTATÖRÜN BOZDUĞU İLİŞKİLER

Aynı durum Suriye için de geçerli. Tam da Suriye ile neredeyse 100 yıldır bozuk olan ilişkileri düzeltmek üzereyken başlayan iç savaş… Beşşar Esat’ın, Türkiye’nin dostane tavsiyelerini, ‘düşmanca gelecek kurgusu’ sanrısıyla karşılaması… Sonuçta Baas rejiminin yıkılmasını getirse de, daha o zamandan düzelebilecek ilişkileri en az 10 yıl ötelemiş oldu. Yaşanan çatışmaların Türkiye’ye yansımaları ve getirdiği maliyetler de cabası…

Günün sonunda, Türk Devleti, kurgulamış olduğu yeni dış siyasetle; bazılarının ‘eksen kayması’ diye yaftaladığı ‘eksen düzeltme’ çabalarında başarılı oldu. Bu başarı dolayısıyla, ‘Sıfır Komşu’ diye alaya alınan Türk Dış Politikası, bugün istisnalar dışında, neredeyse bütün dünya ülkeleriyle ‘Sıfır Sorun’ noktasına evirilmiştir.

Dışımızdaki komşu veya uzak ülkelerle olan ilişkilerin değerlendirmesine, bir önceki yazımızda kaldığımız yerden devam edelim.

Macaristan:

Ülke kimliğinin ana omurgasını oluşturan Macarlarla ortak bir kökenimizin olduğu, neredeyse bütün bilim çevreleri tarafından kabul ediliyor. Bizim ‘Macar’ diye isimlendirdiğimiz toplum, tüm dünya tarafından ‘Hun’ veya ‘Hungar’ diye adlandırılıyor. Ülkenin İngilizce adı olan ‘Hungary’ de buradan geliyor.

Macaristan’la ilişkilerimiz, o coğrafyaya Türk Devleti’nin 1526’daki Mohaç Savaşı sonrasında etkinlik sağladığı Kanunî Sultan Süleyman döneminden beri her zaman sıcak oldu.

Avusturya-Macaristan ağırlıklı Batılı devletlerin baskısı altında yürüyen bu ilişkiler, deyim yerindeyse ‘salıncak’ hareketleriyle yürüdü. Kimi zaman Avusturya ağırlık kurarken, kimi zaman da Osmanlı Türkleri hâkimiyet sağladı. Bununla birlikte, Macaristan’ın bir yüzü, her zaman Türk Devleti’ne baktı.

Türkçülük akımının ilk tohumları da Macaristan’da yeşerdi. Bizdeki Türk Ocakları’ndan birkaç sene önce, Macaristan’da ‘Turan Cemiyeti’ kuruldu. Bugün de Macarcada çok sayıda Türkçe kelime bulunduğu gibi, Macar Turan Cemiyeti de bir şekilde varlığını sürdürmektedir.

AB üyesi olmasına ve birliğin ağır baskılarına rağmen Macaristan, bilhassa da Başbakan Victor Orban, Türkiye ile olan ilişkileri büyük önem atfediyor. Dahası, Macaristan, Türk Devletleri Teşkilatı’nın gözlemci üyesidir. Muhtemelen bir sonraki adım, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte Türk Devletleri Teşkilatı’na tam üye olmasıdır.

Moldova:

Bizim ‘Boğdan’ diye isimlendirdiğimiz, Batı literatüründe de Besarabya denilen Moldova’yla, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından beri son derece sıcak ilişkilerimiz oldu. Hatta Moldova’yla vizesiz ve pasaportsuz seyahat imkânına kadar evirilen bir dostane ilişkimiz bulunuyor.

Moldova içinde azınlık statüsüyle varlığını sürdüren Gagauz Türkleri, Moldova ile olan ilişkilerimiz üzerinde olumsuz değil; tam tersine yapıcı bir etki oluşturuyor. Türkiye, hem Modlova’nın, hem de Gagauz Yeri Özerk Cumhuriyeti’nin gelişmesi, kalkınması için önemli destekler sağlıyor. Moldova ile kurulan ilişki, dostluk ve iyi niyet ekseninde gelişiyor.

Ukrayna:

Hatırı sayılır bir Tatar-Türk nüfusunun da yaşadığı Ukrayna ile olan ilişkilerimiz, tarih boyunca ‘kavgalı fakat merdane’ temelde yürüdü. 16. yüzyıla kadar Türk devletlerinin hâkimiyetine sahne olan Ukrayna coğrafyası, Altınordu Devleti’nin yıkılması ve parçalara bölünmesi sonucunda, yavaş yavaş Slav egemenliğine geçti.

Ukrayna coğrafyasıyla olan itiş-kakışlarımız, esasen Rusya ile olan çekişmelerimizin uzantısıydı. Viyana Bozgunumuzdan tam 100 sene sonra, Kırım’ın Rusya işgaline uğramasıyla, Ukrayna üzerindeki nüfuzumuz da son buldu.

Bugün gelinen noktada, Türkiye-Ukrayna ilişkileri, barış ve egemenliklere karşılıklı saygı çerçevesinde yürümektedir. Rusya’nın Kırım’ı ve Donbas bölgesini işgal ve ilhak girişimleri, Rusya’yla olan iyi ilişkilere rağmen, Türkiye tarafından tanınmamış; Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğini esas alan bir strateji takip edilmiştir.

Türkiye, Ukrayna ile olan dostane ilişkileri çerçevesinde, devam eden savaşta sadece tarafsız kalmakla yetinmemiş; aynı zamanda Batılı emperyalistlerin körüklediği, iki komşu ülke arasındaki savaşın durdurulması amacıyla ciddi bir diplomasi yürütmektedir.

Türk vatandaşları, Ukrayna’ya vizesiz ve pasaportsuz seyahat edebilmektedir. Muhtemeldir ki, Rusya-Ukrayna Savaşı sonlandıktan sonra, Ukrayna ile olan iyi ilişkilerimiz, ekonomik/kültürel/toplumsal alanlarda hızla gelişecektir.

Rusya:

Coğrafyamızda en önemli rakibimiz olan Rusya, bizimle rekabette, İran’dan sonra ikinci sırada gelmektedir. Rakipliğin temel sebebi, hem Türk Devleti’nin hem de Rusya’nın ‘aynı coğrafyada genleşme ve etkinlik sağlaması’ gerçekliğidir.

Tarih boyunca Rusya ile Türk Devleti arasında, yaklaşık bir düzine büyük savaşın yanısıra, çok sayıda çatışma ve çekişme yaşanmıştır. Bununla birlikte, her iki devlet arasındaki ilişkiler, düşmanlık değil rekabet temelinde ekseninde yürümüştür.

Bugün gelinen noktada, Rusya ile Türkiye ilişkileri, Batılı emperyalistlere karşı ciddi bir savunma refleksi etrafında şekillenmektedir. Her ne kadar Rusya’nın Kırım ve Donbas’ı işgali ile Ukrayna’yla olan savaşı, bizimle dostluğunu gölgelese de, iki ülke arasındaki ilişkiler karşılıklı iyi niyet ve iç siyasetlere saygı temelinde yürümektedir.

Hatta AB ülkeleri ve ABD’nin sık sık çomak sokma girişimlerine ve PKK/YPG kılçığına rağmen, Rusya-Türkiye ilişkileri, olabilecek en ılıman iklimde yürümektedir. Bunda, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in basiretli ve öngörülü siyasetlerinin etkisi göz ardı edilemez.

Şurası kesin; Türkiye ile Rusya, gelecekte de çekişme ve çatışma içinde olacaktır. Bu, yaşadığımız coğrafyanın getirdiği, ‘değiştirilemez gerçeklik’tir. Lakin bu rekabet, akıllı dış siyasetle ‘yönetilebilir’ niteliktedir. Bugün yaşadığımız da tam olarak budur.

Gürcistan:

Selçuklu Türklerinin 1060’ların başından itibaren at koşturduğu Gürcistan coğrafyası, Azerbaycan’la birlikte, Güney Kafkasların en önemli bölgesidir. İlaveten Gürcistan, Anadolu’ya Kuzeyden açılan kapıdır.

Gürcistan, bütün Türk devletlerinin ilgi alanında olmuştur. Arada bir Gürcü toplumuyla itiş-kakışlar olsa da, bölge neredeyse 900 yıl Türk egemenliğinde kalmıştır. Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra rafa kalkan ilişkiler, Komünist bloğun dağılması ve bağlı cumhuriyetlerin bağımsızlık ilanından itibaren hızla gelişmiştir.

Bugün Türkiye-Gürcistan ilişkileri, olabilecek en iyi ve dostane zeminde yürümektedir. Gürcistan, Türk vatandaşlarının vizesiz ve pasaportsuz gidebildiği ülkelerden birisidir.

Seri olarak birkaç yazı konusu hacmindeki, ‘Komşularla Sıfır Sorun’ ve zıt ifadeyle ‘Sıfır Komşu’ vaziyetini ele almaya devam edeceğiz.