Bu 19 Mayıs’ta tam 57. yaşıma girdim… 19 Mayıs ile hemhal olmuş Atatürk’ün ömrü kadar bir ömrü şimdiden tükettim…
Harcadığım senelerin muhasebesini yapmaya kalktığımda, sizde de öyle mi bilmiyorum; yaşadığım hayatın en dolu ve en mutlu günlerinin çocukluk dönemi olduğunu fark ediyorum…
Bütün çocuklar nerede ve hangi şartlarda olursa olsun, her anın tadını doya doya çıkarmayı iyi biliyorlar… Hatta, Gazze’de mermilerin gölgesine sığınanlar da buna dahil!...
Galiba böyle hissetmemin nedeni bu…
İnsanlar yetişkinlik dönemlerine gelince, ya geçmişe takılıp kalıyor ya da geleceğe odaklanmaktan kendini alamıyor… Anı yaşamayı, gününü gün etmeyi bir türlü beceremiyor!...
Bir arkadaşım, “her hayat bir filmdir, filmin yönetmeni de bilinçaltıdır” demişti…
Demek oluyor ki, hayatlarımızı zihnimiz değil, genellikle bilinçaltımız yönetiyor…
Bilincin oranı yüzde 12 iken, bilinçaltımız yüzde 88 oranında hayatımızda daha etkili…
Sürekli tekrarlanan olumsuzluklar ve başarısızlıklar, kötü alışkanlıklar, hüsranla biten ilişkiler, bereketsizlik, düzelmeyen sağlık sorunları gibi yaşam kalitemizi düşüren her problemin altında geçmiş kayıtlarımız, bilinçaltımız yatıyor…
Kendimize temiz bir sayfa açmak için bilinçaltı temizliği yapmamız şart!...
Anda yaşamak ve anın değerini bilmek… Yaşımız ilerlese bile içimizdeki o çocuk ruhunu korumak…
Öyle tavsiye ediyor uzmanlar…
Yaşamda huzuru yakalamak için bilinci sadeleştirmek; bilinçaltı temizliğiyle, adeta format atılmış bir bilgisayar gibi geçmişin tüm olumsuz yükünden kurtulmak…
Biz, doğrularımız ve hatalarımızla yaşadıklarından ders çıkaran, kalan hayatımızı da bu çıkardığımız derslerle deneyimleyen ruhsal varlıklarız…
Ruhsal enerjimizin temelini düşüncelerimiz oluşturuyor…
Son çağın fizikçileri, evreni içindeki her şey ile birlikte bir enerji olarak tanımlıyor bugün… Hepimiz aslında bir titreşimden ibaretmişiz; böyle diyorlar…
Düşünce ve duygularımız niteliğine göre farklı frekanslarla titreşim yayıyorlarmış..
Nefret, kızgınlık, öfke gibi olumsuz duygular, düşük titreşime sahip ve ruhsal enerjiyi bloke eden negatif duygularmış anlayacağınız…
Bu açıklamalar bana da inandırıcı geliyor…
Yarım asrı geçkin kendi hayat tecrübem de benzer şeyler söylüyor çünkü!
Olumsuz düşünce içinde kalmış kişiler; - insanın özü ne ise gözü de onu görür misali- her baktıkları şeyde kusur arıyorlar… Burunlarının önündeki güzellikleri dahi göremiyorlar…
Kendilerine acındıran, karamsar ve huzursuz oldukları için etrafına da huzursuzluk yayan, sürekli kendi hayatıyla başkalarının hayatını kıyaslayan bu tipler asla sahip olduklarının farkına varamıyorlar…
Başkalarının sevincinden, başkalarının mutluluğundan hep rahatsızlık duyuyorlar...
Çoğumuz bu durumu “aşağılık kompleksi” diye ifade ediyoruz…
Psikologlar; “çevrenizde geçmişinden öfkeyle, nefretle söz eden kişiler varsa onlardan uzak durun; enerji alanına girmeyin, yoksa o negatif enerji size de geçebilir” diyor…
Geçmişte yaşadığı acı tecrübelerden zihnini kurtaramayan, alıngan, hep başkalarını suçlayan, kendini kurban ve mağdur psikolojisine sokan kişilerin hastalanma riskinin çok yüksek olduğunu söylüyor…
Çok sıkça sarf ettiğimiz “Geçmiş olsun” temennilerinin ardında yatan gerçek bu!...
Bilinçaltı, “bilgi” ile değil, “duygu” ile beslenir…
Sadece “bilgiden” ibaret olan bilinç halinin bir mahzuru yoktur ama; duyguların esaretinde kalmış “bilinçaltının” üç beyaz misali her şeye zararı vardır…
Yaşananlardan dolayı oluşan hasar giderilmezse bilinçaltında biriken öfke, kızgınlık, kırgınlık, nefret gibi olumsuz duygular, en nihayetinde fiziksel ve bedensel hastalıklara davetiye çıkarıyor…
Negatif duygular bedeni, hastalanan beden de tekrar ruhu hasta ediyor.
Enteresan bir kısır döngü…
Bilim dünyası; ruhsal, zihinsel ve bedensel sağlık durumunun birbiriyle bu kadar yakın ilişkili olduğunu daha yeni yeni ortaya çıkarmaya başladı…
Ağzımızdan öylesine ortaya çıkan “geçmiş olsun” temennisinin ne kadar derin anlamı varmış meğer!...
Geçmiş olsun demekle geçmiyor ki, diyenlere şunu hatırlatmak lazım…
Yaşanan gerçeklik elbette yok olmaz… Ama o olumsuz gerçekliğin etrafımıza ve kalan hayatımıza verebileceği zararı, bizi içine soktuğu duygu durumundan kurtularak pekala önleyebiliriz…
Şimdi ben, 57 seneyi geride bırakmış biri olarak iyice azalmaya başlayan ömrümü artık bilinçaltına nefret stoklayarak geçirmeyeceğim…
Şu ana kadar, siyaset olsun, ekonomi olsun; Ülkede hangi gerçeklik beni üzmüş, kırmış ya da kızdırmışsa, o duyguların tümünden bir an önce arınacağım…
Kalan hayatımı bilincim açık, fakat bilinçaltım kapalı bir şekilde tamamlayacağım…
Bildiklerimin, gördüklerimin, duyduklarımın beni bitirmesine asla izin vermeyeceğim!...
Bir yandan da bu şahit olduklarımın tamamını belleğe almaya devam edeceğim…
Popüler ifadesiyle; “bilinç in, bilinçaltı out…”hali…
O da belki bir gün lazım olur diye!...