Yıllardır Ermenilerin işgali altında kalan öz topraklarını yeniden anavatanlarına dâhil etmek için harekete geçen Azerbaycan ordusunun ilerleyişini, televizyonlardan takip ederken ister istemez yüreklerimiz kıpır kıpır, dudaklarımız şen şakrak, Ziya Gökalp’ın o muhteşem şiirindeki mısraları tekrar edip durmaktaydık:

Demez taşa kaya

Yürürüz yaya…

Türk’üz gideriz

Kızılelma’ya.

Kızılelma Türk milletinin son dileği, son maksadıdır. Bugün Kızılelma’ya doğru yürüyenler bir zaman gelecek ki bütün dünyaya Türk Birliğini “Turan”ı ilan edeceklerdir.

Bu vesileyle, 30 yıl aradan sonra Karabağ’a azadlığı yaşatan aziz şehitlerimizi rahmetle, kahraman gazilerimizi şükranla yâd ediyor, Karabağ’da dalgalanan Azerbaycan bayrağının sonsuza kadar ufuklarda dalgalanmasını yüce Tanrı’dan diliyoruz.

Bugün Karabağ’da, Azerbaycan’da Azerbaycan bayrağı özgürlüğün türküsünü söylercesine keyfince dalgalanırken bu dalgalanışın kıymetini en iyi Azerbaycan’daki kardeşlerimiz bilirler. Çünkü onlar 1920’den 1991’e kadar Sovyet Rusya’nın baskısı ve zulmü altında kalmışlardı.

İşte zulmün kol gezdiği o dönemlerin birinde, 28 Mayıs 1957’de, bir istiklâl gününde(1) Sovyet Rusya’nın yasakladığı yeşil, kırmızı ve mavi renklerden oluşan ve üzerinde ay ve sekiz köşeli yıldız bulunan Azerbaycan’ın millî bayrağı hiç kimsenin beklemediği bir anda, Bakü’de, Kız Kalesi’nin üstünde sessiz sedasız, nazlı nazlı dalgalanmış. Bu işi Cahid Hilâloğlu adlı bir Azerbaycan Türk’ü her türlü belayı göze alarak başarmış. Sonuçta yakalanmış, tutuklanmış ve Sovyet rejimi tarafından 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. İşin garip tarafı ise Sovyetlerin dağılması üzerine 1991’de yeniden bağımsızlığını ilan etmeye hazırlanan Azerbaycan’ın, bu üç renkli aylı yıldızlı bayrağı millî bayrak olarak kabulünden birkaç ay önce KGB’nin düzenlediği bir otomobil kazasında Cahid Hilâloğlu, “bir hilâl uğruna” öldürülmüştür.(2)

İşte, bugün bu bayrak başı dik, alnı açık, keyfince süzülüp dalgalanıyorsa dün yaşadığı karanlık günlerin hikâyesini unutmadığındandır.

Bizler elbette biliriz ki bir toprağın vatan olması, bir bayrağın keyfince süzülüp dalgalanması öyle pek de kolay değildir. Çünkü bizim tarihimiz buram buram istiklâl uğruna can verenlerin can alıcı hikâyeleriyle doludur.

Tarih boyunca hangi coğrafyada olursa olsun “vatan, millet, din, devlet ve bayrak” uğruna her yerde ve her şartta, gözünü kırpmadan can verebilen Türk insanı, ne var ki bu kavramların değerini barış zamanında hemen unutuyor ya da önemsemiyor.

Mesela, daha güzel bir vatanda yaşamak için daha fazla çalışmak, gayret etmek gerektiğini es geçiyor. Devleti ebedî kılmak için adaleti, hukuku, hakkı, hakkaniyeti baş tacı etmeyi kendi ya da mensubu olduğu grupların çıkarı uğruna ya rafa kaldırıyor ya bir kenara itiyor. Dinin birtakım insanların elinde alınıp satılan bir meta olmasına göz yumuyor. Mesela, hep gönderlerde pırıl pırıl parlayarak dalgalanması gereken bayrağını, çamaşır iplerinde, balkon demirlerinde, kirli, tozlu, pis pencerelerin üzerinde unutuyor; stadyumlarda, miting meydanlarında yerlere atılmaktan kurtaramıyor ama velâkin onun uğruna can vermekten kaçınmıyor.

Hâlbuki bayrağı koruma kanunun 7. maddesi tamda yukarıda bahsettiğim hususları ortadan kaldırmak için konulmuştur.

“Madde 7: Türk Bayrağı, yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layık olduğu manevi değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz. Resmi yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun, masalara kürsülere, örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya Bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya üniforma şeklinde giyilemez. Hiçbir siyasî parti, teşekkül, dernek, vakıf ve tüzükte belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları dışında kalan kurum ve kuruluşun amblem, flama, sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanılamaz.

Türk Bayrağına sözle, yazı veya hareketle veya herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz.

Bu kanuna ve tüzüğe aykırı fiiller yetkililerce derhal önlenir ve gerekli soruşturma yapılır.”

Peki, sahiden yapılıyor mu? Şöyle bulunduğunuz, yaşadığınız mekânları bir gözlemleyin ve bir bakın bakalım gerçekten bayrağımıza olan sevgimizi, saygımızı nasıl ortaya koymaktayız.

Göreceksiniz ki birçok resmî kurum ve kuruluşun kapısında boynu bükük, perişan, yaşamaya çalışan ya da herhangi bir ağacın dalında, bir evin balkonunda solmuş, pörsümüş rüzgârın azizliğine dayanamayarak yara bere içinde kalmış nice ay yıldızlı bayrağa rast geleceksiniz.

Millet olarak bayrağa olan sevgimizi âdetâ onu severken hırpalamaktan, el üstünde tutulması gerekirken layık olmadığı yerlerde bulundurmaktan mutlaka kurtulmalıyız. İçimizde var olan ve hiç eksilmeyen bayrak sevgimizi, bayrağa değer verme, ona saygı gösterme ve sahip olma şuuruyla donatmalıyız. Şayet bu şuurdan yoksun kalırsak hep yükseklerde görmek istediğimiz “kız kardeşimizin gelinliği, şehidimizin son örtüsü” olan bayrağımızı maalesef kirletmiş oluruz.

Hemen yeri gelmişken ele aldığımız konuyla ilgili geçen ay yayımlanan güzel bir çalışmayı sizinle paylaşmak istiyorum: Gaziantep’te yayın hayatına başlayan, Oğuzhan Saygılı’nın İmtiyaz Sahibi olduğu, Ahmet Şahin’in Genel Yayın Yönetmeni ve Ali Gezginci’nin Yazı İşleri Müdürü olarak görev yaptığı Çelebi dergisi 2. sayısının dosya konusu “Bayrak”tır. Oldukça hacimli ve bilgi yüklü bu sayının hazırlanışında emeği geçenleri tebrik ediyor, yollarının ve bahtlarının açık olmasını diliyorum.

Bayrak sevgisinin kuru bir laftan ibaret olmadığını genç dimağlara en güzel bir şekilde anlatabilmek için Çelebi dergisinin bu sayısı, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından bütün öğretmenlerimize ve liseli gençlerimize mutlaka dağıtılmalı ve okutulmalıdır, diye düşünmekteyim.

Çünkü “Bayrak Şairimiz” Arif Nihat Asya’nın dediği gibi:

“Bir çocuksam / Kucaksız, Oyuncaksız / Bir delikanlıysam /Atsız, Pusatsız / Olabilirim./ Bayraksız olamam.”   

Evet, bayraksız olamayız.  Çünkü bayrağımızın tarihi, soyumuz kadar eskidir ve onsuz ne devlet olur ne vatan!

(1) 28 Mayıs 1918 bağımsız Azerbaycan Cumhuriyetinin kuruluş günüdür.

(2) Çelebi Dergisi, Gaziantep 2020 Sayı:2,s. 113