KÜRT sorununun çözümünde bütün dikkatler Başbakan'ın üzerinde toplanmaya başladı. Kürt sorunu dediysek aynı zamanda şiddeti alışkanlık haline getirmiş terör sorununun da çözümünden bahsediyoruz.

Beklentilerin yükseltilerek Başbakan'ın ana adres olarak gösterilmesi doğru. Ancak külfet ve sorumluluk paylaşımında ciddi bir sorunumuz var.

Son 10 yılda Kürt sorununun çözümünde çok yönlü hamleler yaşama geçirildi. Bu hususta, Türkiye aldığından çok daha fazlasını, bölgenin dezavantajlı konumunu telafi etmek için cömertçe vermekten kaçınmadı.

Örneğin Türkiye, bölgeye yönelik sağlık ve eğitim alanlarında büyük hamleler yaptı. Hasta başına düşen yatak ve doktor oranlarının yüzde dört yüz artırıldığı, okullaşma oranlarının da yüzde doksanların üzerine çıktığı biliniyor.

Sorunun kültürel haklar bölümü de bundan çok geride sayılmaz. Kamu ve özel yayıncılıkta Kürtçe'nin kullanımı, üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı bölümlerinin açılması, Kürtçe'nin ana kaynak eserlerinin Kültür Bakanlığı marifetiyle tiyatrolarda oyunlar halinde sergilenebilmesi, bir kültürün yaşatılabilmesi adına verilebilecek birçok örnekten bazıları.

Toplumsal alana yönelik, başta köye dönüş projesi, zararların tazmini, gençlerin istihdamına yönelik çalışmalar olmak üzere devlet-toplum buluşmasını sağlayabilecek birçok girişim hayata geçirildi. Bir o kadarı da devam ediyor.

Yine faili meçhul ve yargısız infazların üzerine gidilmesi, işkence ve kötü muamelenin sıfır toleransla ele alınması kayda değer diğer gelişmeler olarak karşımıza çıkıyor.

Dolayısıyla iktidar, Kürt sorununun çözümü yönünde somut bir kısım hamleler yaptı ve aynı zamanda eli silahlı grupla da temasa geçti.

Ancak silahı elinde bulunduran PKK ve liderlik kadrosu, her görüşmeyi iktidar için bir acze dönüştürerek kendi kazanım hamlesi olarak kullanmanın peşine düştü. Örgütle yapılan birçok görüşmenin sonunda toplumda oluşan kanı, terörle mücadelede bir zafiyet ve örgüt adına da bir inisiyatif üstünlüğü algısına dönüştü. Bunu fark eden yapı pazarlık marjını yükseltmek için uzatılan ele her defasında Silvan, Reşadiye, Kumrular ve Dağlıca saldırıları gibi birçok sansasyonel eylemle karşılık verdi.

 

ÇÖZÜMÜN ANAHTARI

Zaten ipin koptuğu nokta da burası... Başbakan'dan beklentiyi yükselten Leyla Zana ve benzerlerinin yapması gereken, külfet paylaşımında da çözüme ortak olmaktır. Bir diğer ifadeyle, dağdaki çocukların ölümünden medet ummamak ve silahlı eylem döneminin kapandığını açıkça deklare etmektir.

Çözümün anahtarı, herkes risk alırken, terör örgütünün çevresinde siyasete kanal açmaya çalışanların veya siyaset yaptığı iddiasında bulunanların da risk almasıdır. Elini taşın altına koymak, aynı zamanda kendi mahallesindeki yanlışları açık bir şekilde dile getirmektir.

Kılıçdaroğlu, "Elimi taşın altına koyuyorum" derken kendi partisi içindeki depremi göğüslemeyi göze almadan Başbakan'a gidemezdi. Aynı şekilde "Açılım başlatıyorum" diyen Başbakan "Analar ağlamasın" çıkışını yaparken kendi milliyetçi ve muhafazakâr tabanının kaygılarını dikkate almadan bunu yapamazdı. Bunlar, siyasal açıdan önemli risklerdir.

Ancak çözümün parçası olduğunu ve barış talep ettiğini söyleyen kimi etkili Kürt siyasetçileri, hem eylemlere kılıf arama gibi bir alışkanlığı sürdürüyor hem kendi sokaklarındaki yanlışlara eleştiri getirmekten uzak duruyor hem de kendileri haricinde herkesi eleştirerek hiçbir risk paylaşımında bulunmuyor.

Halbuki Kürt sorununda çözüm kendimizin de ne kadar risk aldığıyla ilgilidir. Yani çözüm, aynı zamanda aynayı kendimize tutarak yapacağımız özeleştiriyle doğru orantılıdır. Bu noktaya Kürt siyasetçilerin de dikkat etmeleri, ancak bundan sonra Başbakan'ın sorunu çözebileceğine inanmaları ve iktidarı hamle yapmaya zorlamaları gerekiyor.

(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)