Özgürlüğün tamamen sınırsız ve kesintisiz olduğu; hukukun, dinin ve ahlakın hiçbir zaman müdahale etmediği ya da edemediği tek bir alan vardır:

O alan, “öğrenme” alanıdır!...

Öğrenmek; hayatı bize fark ettiren, yaşamı anlamlandıran ve onun zevkini tattıran çok önemli bir süreçtir…

Bundan ötürü, son nefesimize kadar öğrenmekten korkmamak, öğrenmekten asla vazgeçmemek lazım…

Aynı mantıktan hareketle, hiçbir kitap faydasız değildir!...

Az veya çok, okuduğumuz her kitap mutlaka öğreticidir!...

Şu sıralar, Frankfurt Okulu aydınlarından Horkheimer’in “Akıl Tutulması” isimli kitabını okuyorum…

Kitabın bazı bölümlerinde; “bu insanlar neden böyle davranıyor, hiç anlamıyorum” dediğimiz güncel olayları açıklayan önemli cümleler var…

Bizim  “ortak akıl” dediğimiz, yazarın da “nesnel akıl” olarak tanımladığı düşünce biçimini bir türlü hakkıyla yürürlüğe koyamamış olmanın derin ıstırabını yaşıyoruz…

Milli birlik” anlayışımızı sağlam bir temel üzerine oturtamıyoruz!...

Yaşadığımız uzlaşma eksikliği, karşımızda iki sonuç doğuruyor:

Bunlardan biri “faşist” eğilimler; diğeri de Amerikan tipi bireyselcilik!...

Uzlaşma eksikliğini gebe bırakan şey ise,  “ekonomi”…

Son yüzyılda Hitler, Mussolini ve Franco gibi liderlerle milyonlarca insanı katlederek faşizmi doruk noktasına taşıyan Avrupa ile;  aynı dönemde bireysel sermayeye tavan yaptırarak dünyayı açlığa sürükleyen ABD toplumunu böyle  izah ediyor yazar…

Öznel akıl, yani kişinin sadece kendi aklına değer vermesi hali, her durumda kişisel çıkarları meşrulaştırır…

Yakalanmadığınız sürece yaptığınız hırsızlık, verdiğiniz rüşvet, işlediğiniz her türlü suç karşısında masum kalırsınız!...

Öte yandan; dinsel, etnik ve ideolojik baskılar gibi dikenlerinden temizlenmemiş nesnel akıl ile yol aldığınızda da karşınıza Nazizm çıkar, Stalinizm çıkar!...

Sonuçta kullandığınız araçların kölesi olursunuz… Ama bunu göremezsiniz, fark edemezsiniz…

Bir taraf, zencilerin köleliğini akıllıca, adil ve yararlı bulmaya devam eder…

Diğer taraf ise, çömlek yaparken kullandığı çamurun kölesi olmaya…

O çamura sahip olmak için aklına gelen her yolu denemekten imtina etmez çünkü!...

Kişisel olarak bize fayda sağlayan her şey nasıl mubah olur?

Bu durum, nasıl  “akıllı davranış” olarak nitelendirilebilir?

ABD’nin ilk kurucularından John Adams; “çoğunluk azınlığı çiğneyerek var olabilir” demiş…

Anlatmakta zorlandığımız “Amerikan tipi demokrasi” işte bu!...

Çoğunluktan kasıt, sermayenin çoğunu elinde tutanlardır!...

Onların dışındaki herkes azınlıktır ve rahatlıkla çiğnenebilirler!...

Ortadoğu’nun, Latin Amerika’nın, Afrika’nın, Afganistan’ın kaderi böyle yazılmış onların kitabında…

Akıl tutulması hali şu noktalarda zirve yapar:

  • En meşru düşünce, “çoğunluğa” hizmet etme düşüncesidir!...
  • En meşru eylem de, “güçlüye” biat etme eylemidir!...

İnsanlar mizaçlarını  tam olarak öfkeli oldukları zamanda sergiler…

Güçlü ve gelişmiş ülkeler de öyledir…

Normal zamanlarda barışçıl, adil ve azınlık haklarından yana olurlar…

Ancak, öfkelendiklerinde maskeleri düşer… Asıl niyetleri ortaya çıkar…

Kızgın lavlar püsküren volkanlar gibi… Önlerine ne gelirse yakar…

Avrupa’ya ve ABD’ye medeniyetin beşiği, insanlığın öncüsü, demokrasinin koruyucusu gibi bakanlara hatırlatmak gerek…

Onların ateşinde yanmak, onların dışındaki herkesin görevidir!...

Kutsallarınız da, onların karşısına çıkmadıkları, onlara rakip olmadıkları sürece saygıdeğerdir!...

Çocuksu reklam sloganlarıyla size aşıladıkları lüks budalalığı, tüketme ve harcama tutkusu her şeyin sonunu getirecek…

Akıl süzgecinden geçirme ihtiyacı duymadığınız popülist ürünlere olan merakınız sizi bitirecek!...

Gerçekte onların kurguladığı tercihlerde bulunacaksınız… Fakat siz,  bunu özgür iradenizle yaptığınızı düşüneceksiniz!...

Seçimlerinizi bizzat kendinizin yaptığına inanacaksınız!...

Size bahşettikleri özgürlük işte bu özgürlük!...

Aile birliği ve sosyal düzen içinde bastırılmış duygular, gittikçe bireyselleşen yaşam formatında açığa çıkarılacak; ardından bir nefret haliyle silaha dönüşüp o düzene ve o birliğe saldıracak!...

Enteresan değil mi?

Horkheimer’in 1940’larda yazdığı bu cümlelerin bizimle ve bizim şu andaki halimizle bu kadar örtüşmesi!...

Maalesef toplumumuz sahte bir doyum içinde uyutuluyor!...

Onların yaptırdıkları tercihleri, kendi tercihlerimiz sanıyoruz!...

Figüran olmaktan, kukla olmaktan kendimizi alamıyoruz…

Farklılıklarımızı bir kenara bırakarak; ortak yönlerimizle tek paydada buluşup toplanamıyoruz!...

Yaşadığımız akıl tutulmasından bir türlü kurtulamıyoruz…

Suyun içindeyken ve fırsatımız varken soframızdaki karıncaları yemedik...

Şimdi  hızlıca, bir balık misali,  o karıncaların balıkları yediği yere doğru yüzüyoruz!...