BİR önceki yazımızda, "Türkiye için Barzani'den çok, Barzani için Türkiye bir umuttur" tespitinde bulunmuştuk. Bu açıdan, Barzani'nin Suriye denkleminde büyük hesap hataları yapmaması beklenir. Eğer bu yönde bir eğilim varsa Davutoğlu'nun Erbil gezisi Barzani'ye tam da bu denklemi göstermek için planlanmış durumda. Dolayısıyla kimi çevrelerce benimsenen "tüm ümitlerin Barzani'ye bağlandığı" şeklindeki söylem, kuyruğun bedeni salladığını iddia etmekten öteye gitmiyor.

Peki ya tüm olup bitenleri büyük bir Kürdofobiye çevirip Türkiye'ye "Ya savaş ya da terörle müzakere" dayatmasında bulunmak da neyin nesi?
İlk olarak şu nokta açıkça görülmeli ki Türkiye Kürtleri siyasal, sosyal ve ekonomik açıdan dünyadaki Kürtler arasında en fazla gelişmişlik düzeyine sahip kesimi oluşturuyor. Onların, Erbil veya Kamışlı'ya bakarak "davulcuya veya zurnacıya kaçacağı" ezberini artık bırakmamız gerekiyor.

Türkiye iç içe geçmiş olan kendi Kürt ve PKK sorununu tüm açıklığıyla konuşabilen ve bu konuda inişli çıkışlı da olsa epey mesafe almayı başaran bir ülke.
Yüzleri her geçen gün daha fazla Fırat'ın batısına çevrilen Kürtlerin, elde ettikleri kazanımları daha ileri bir demokratik gelişme ve ekonomik refah eksenine taşımaya çalışmaları beklenir. Dolayısıyla son günlerde sıkça dillendirilen "Erbil'de devlet kuruluyor şimdi de Kamışlı var, kendi Kürtlerimizi nasıl tatmin edeceğiz?" şeklindeki sorular sakil ve Kürtlerin karşılaştırmalı durumu göz önünde bulundurulduğunda hatalı bir tespit.

Bir kısım BDP'liler de dahil olmak üzere, Türkiye Kürtlerinin "bağımsızlık", "federasyon", "konfederasyon" gibi taleplerinin son derece sınırlı olduğunu biliyoruz. Kürtlerin bu konuda ne düşündüğünü ve sebeplerini iyi etüt etmek gerekiyor. BDP Milletvekili Altan Tan'ın Fatih Altaylı ile konuşmasında altını çizdiği nokta bu açıdan önemli: "Türkiye Kürtleri Türkiye'den ayrılmak istemiyor. Türkiye'de kalmak, Türkiye'ye vatandaşlık bağıyla bağlı olmak istiyor. Türkiye'deki Kürtlerin hiçbirinin, en azından büyük çoğunluğunun böyle bir isteği yok."

Dolayısıyla, komşumuzun Kürt olması ya da sınırlarımızda Kürtlerin bulunması bizi panikletmemeli. Türkiye'nin sorunu, Kürtler ve Kürtlerin kazanımıyla değil terörle ve neredeyse herkesin huzurunu kaçıran şiddet bağımlılığıyla. Konuya ilişkin Türkiye'nin paniklemesi gereken tek bir nokta olabilir: Eğer Suriye'de bugün yaşananlar, Türk politika yapıcıları tarafından öngörülemedi ve tedbirleri daha önceden alınmadı ise bu ciddi bir sorun demektir. Zira Suriye denkleminde tarihin doğru tarafında bulunan Türkiye, bu duruşunun birtakım riskler yaratacağını da hesaplayabiliyor olmalıydı.

Sonuç olarak Türkiye, Suriye'de yaşanan gelişmeleri ve bu sorunla bağlantılı kendi iç problemlerini tartışırken, korkularının esiri olarak değil vizyonunun gerektirdiği cesaret ve akılla hareket etmeli. Hele hele karşılaştığı her sorunda Sevr sendromu yaşatılan bu ülkede hatırlamamız gereken temel gerçek, Sevr'i, orduları yenilmiş ve dağıtılmış, toprakları zamanın süper güçleri tarafından işgal edilmiş, bitmeyen savaşlarla bitap düşmüş bir ülkenin insanları olarak yırtıp attığımızdır. Bugünkü gücümüzle hâlâ Kürdofobi veya Sevr sendromuyla terbiye ediliyorsak bir yerlerde fena halde hesap hatası yapıyoruz demektir.

(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)