Çin gezisi göz açıp kapayıncaya kadar bitti. \"Uçaktan in, otele yerleş, ertesi gün Başbakanı takip et, kısa bir şehir turu at ya da atama; tekrar uçağa bin, saatlerce uç, sonra bir başka şehirde, bir başka otele yerleş... \" döngüsüyle süren gezi, Urumçi, Pekin, Şangay duraklarını içine alan ziplenmiş programla hem yorucu, hem de oldukça verimliydi.
Öyle de olması gerekirdi. Çünkü Çin, kelimenin en geniş anlamıyla devasa bir ülke.
Urumçi\'den Pekin\'e 3 buçuk saat, Pekin\'den Şangay\'a 2 saat uçak yolculuğuyla ulaşılabilen bu ülkenin büyük olan tek şeyi coğrafyası değil...
Gittiğimiz her şehirde parmakuçları üstünde yükselmiş izlenimi veren gökdelenleri, 6 ayda sayılabilmiş 1 milyar 300 milyonun üstündeki nüfusu ve ekonomisinin dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi olması da dahil; pek çok açıdan dünyada Çin\'le rekabet edebilecek bir başka ülke daha yok.
\"Çakmalar\" ülkesi Çin\'de, dünyaca ünlü Louis Vuitton, Chanel, Prada, Burberry gibi markaların, dünyanın hiçbir yerinde görmediğim büyüklükteki mağazalarını ve o mağazalardaki ürünlerin pek çok kişi tarafından dudak uçuklatacı bulunabilecek fiyatlarını okumak da; ABD\'de iken şaşırarak gözlemlediğim, elimi attığım hemen her ürünün altında \"made in china\" yazmasının sebebiyle aynı kaynaktan besleniyor: Ucuz iş gücüyle seri üretim, sonuç: milyonlarca zengin...
Çin\'de kişisel serveti 1 milyon doların üstünde bulunan tam 70 milyon insan bulunuyor. Haniyse Türkiye\'nin nüfusu...
Bu yüzden Çin, bazılarının sandığı gibi estetik açıdan kırık dökük, sokakları korkutucu ve pis görünümlü, tektip kültürüyle ürkütücü bir ülke değil. Çin\'de üretim var, dolayısıyla Çin\'de dünyaya açık olma ve \"batının teknolojik küreselleşmesi\"ne eklemlenme, hatta onu sollayayazma hali; tam bir kozmopolitanizm sözkonusu...
Ancak bu, Çin\'in Batı\'nın kültürüylü kültürlenip, ahlakıyla ahlaklandığı anlamına gelmiyor. Yüzlerce zengin, ücretini rahatlıkla ödeyebileceği bir lüks otomobil satın alabilmek için sıraya girmek, belki aylarca beklemek zorunda. Bu ve benzeri uygulamalarda da Maocu komünizmin etkileri var... Dolayısıyla Çin\'in hem ekonomik hem de siyasi yapısını açıklayabilecek tek kelime \"karma\"...
Ancak, Çin\'in büyüklüğünden sözetmem, Türkiye\'yi yabana attığım anlamına gelmiyor. Segmentler elbette farklı ama, Türkiye de dünyanın Çin\'den sonra ekonomisi en hızlı büyüyen ikinci ülkesi. Başbakan ve heyetindeki iş adamları, Çin\'den umduklarını kısmen buldular, enerji alanında çeşitli anlaşmalar yapıldı, ama Çin gezisinde mesele sadece ekonomi değildi.
Türkiye\'nin Çin\'de yürüttüğü Suriye diplomasisini bu sütunlarda da yazdım, Yeni Şafak\'ta da okudunuz. Başbakan Çin\'in BM Güvenlik Konseyi\'nde Suriye tasarısını veto etmesinden sonra bu geziyi tam da Suriye\'deki olayların yükselmeye başladığı günlerde tertip etti ve Çinlilere \"Suriye meselesinin insani boyutlarını\" ve \"Çin\'in köklü geleneğini\", ilerlemenin sadece ekonominin büyümesiyle değil, devletlerin insani konularda verecekleri yerinde reflekslerle de ortaya çıkacağını hatırlatarak, bölgesel rolünün gereğini yerine getirdi.
Küresel sisteme dahil olmak ve oyun kurucu rolü üstlenmek, tam da bu oluyor. Bir ülkenin kendine olan güveni tam da bu tür netameli ve küresel vicdan gerektiren noktalardaki liderlik rolüyle ortaya çıkıyor.
Türkiye\'nin uluslararası kamuoyu oluşturma çabaları sadece Rusya ve Çin\'le sınırlı değil. Başbakan dün de, uluslararası kamuoyu oluşturma yolunda Arap ligine insani mesajlar vermek üzere, Çin gezisinin üstünden bir gün bile geçmeden Suudi Arabistan\'a uçtu.
Bu çabalar sonuç verir mi, vetocular kararlarını değiştirir mi, Suriye\'de akan binlerce insanın kanı ortak vicdanı harekete geçirir mi, bilemem...
Bildiğim, bu çabanın hem siyasi hem insani açıdan çok değerli olduğu ve yorgunluğa değeceği... Tek bir insanın canının bile çok değerli olduğu fikrinden yola çıkan her düşüncenin, her siyasetin, her anlayışın başarısı kaçınılmazdır çünkü. En azından vicdanlarda...
Yeni Şafak