Eskiden Kürtler bile PKK’nın varlığı, mevcudiyeti ve eylemlerinin toplum içinde kendi sosyo-ekonomik çıkarlarına zarar verdiğini düşünürdü. Zamanla siyasal kanadının güçlenmesi ile PKK terör örgütü, kendini Kürtlerin temsilcisi gibi görmeye ve göstermeye başladı. Oluşturduğu siyasi söylemler sayesinde kendi çıkar hesaplarını, topluma “Kürt meselesi” gibi kabul ettirmeyi başardı. Kürt kökenli olmayan insanlar, artık Kürt ve PKK kelimesini aynı cümle içinde kullanır hale geldi…
Aslında bunda garipsenecek bir şey yok; terör literatüründe Stockholm Sendromu denen bir davranış biçimi var. Teröristlerin eylemleri uzun sürer ve zamanında müdahale edilmezse “rehinelerin” teröristleri artık psikolojik olarak destekledikleri ve haklı buldukları görülür. Psikiyatr Nils Bejerot tarafından adlandırılan sendrom, ismini 1973 yılında İsveç'in başkenti Stockholm'de yaşanan bir olaydan almakta. Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler. İlk kez bu olayla adlandırılan sendrom, daha sonra birçok eylem ve rehine olayında yaşanmış, defalarca tekerrür etmiştir.
Türkiye 30 yıldır PKK Terörü ile iç-içe yaşamaktadır. Sıradan insanlar bile artık terörden bezdikleri için “ne olacaksa olsun” mantığı içine girmişlerdir.
Tabi, “ne olacaksa olsun” tavrı çok tehlikeli sonuçlara mal olabilir; bu düşünce saiklerinin bir kısmı “ne istiyorlarsa verin, kurtulalım” düşüncesinde olduğu gibi, bir kısmı da “hepsini gebertelim, kurtulalım” gibi radikal düşüncelere sahipler.
Her iki şekilde de Türkiye’nin çok önemli bir yol ayrımında olduğu ortadadır. Bu iş ne “hepsini geberterek” ne de “her istediklerini vererek” çözülür.
Başbakan Erdoğan’ın, Leyla Zana ile görüşmesinin öyle topluma pompalandığı gibi bu işi çözecek herhangi bir yönü yoktur. Leyla Zana görüşmede Erdoğan’a PKK’nın taleplerinden farklı bir şey aktarmamıştır. Zana’nın konu hakkındaki tespitleriyle PKK’nın talepleri arasında herhangi bir fark yoktur. Hal böyleyken, bazıları tarafından pompalanan “çözerse Erdoğan çözer” gibi demagojik yaklaşımlar, sonuç itibarı ile kamuoyunda meseleyi Başbakan’ın “çözmek istemediği” gibi bir izlenim doğurur. Çünkü PKK’nın taleplerinin kabul edilebilir bir yanı yoktur. Bunları kabul etmek demek, bir başbakan için intihar etmekle aynı anlamı taşır. Terör örgütü elebaşı Öcalan’ın ağabeyi "Sayın Başbakan isterse meseleyi çözebilir, gerçek budur. Herkes böyle görüyor. İnsanların, askerlerin, gerillanın ölmesinden ıstırap çekiyoruz. Bunu kim önlerse bölgede en güzel işi yapar. Kim Ölümleri bitirirse sonsuza kadar anılacaktır" diyerek sanki ölümlerin sorumlusu Başbakanmış ve isterse bunun önüne geçebilirmiş gibi bir hava yaratıyor.
Bunca insanın ölmesinin sorumlusu Başbakan değil ki ölümlerin önüne geçsin; bugüne kadar, benim de asla ve hiçbir şekilde desteklemediğim birçok konuda size sempatik davrandı ama eylemler hala devam ediyor. Niye? Abdullah Öcalan serbest bırakılsın, bölgesel özerklik verilsin, ana dilde eğitim, federasyon yahu rüya mı görüyorsunuz? Bunların hiç biri olmaz, bir daha yazayım OLMAAAAZ !
PKK’nın talepleri ile ülkemizin ihtiyacı olan demokratik, hak ve özgürlük taleplerinin hiçbir alakası yoktur.
Herkesin, her vatandaşın ihtiyacı olan demokratik hak ve özgürlükler Kürtlerin mütemmim cüz-ü değil, hepimizin vazgeçilmezi olmalıdır. Kürtler bu ülkede yaşayan insanların ufak bir kısmından ibarettir. Demokratik hak ve özgürlükler Kürtlerin talepleri doğrultusunda değil, kamuoyunun ihtiyaçları çerçevesinde ele alınarak çözülmelidir. Böylece, Kürtlerin “problem” olduğunu düşündükleri konular da kendiliğinden çözülmüş olur.
Bu ülkede hiç kimse diğerinden farklı bir muamele görmüyor. Hepimiz aynı şekilde adı konulmamış bir baskı altındayız; ama siz bu sorunun adını “Kürt meselesi” koyup, birinci maddede teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılmasını isterseniz sizin demokratik hak ve özgürlükler için değil, bu ülkeye daha fazla kan, gözyaşı ve kaos getirmek için çalıştığınızı düşünmekten başka çaremiz kalmıyor.
Eğer Kürtler daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi istiyorlarsa, bunun çaresi “Kürt meselesi” dedikleri Gordion Düğümü’nü çözmeye çalışmaktan değil, vatandaş olarak demokratik hak ve özgürlüklerden yana çaba göstermekten geçiyor.
Gordion Düğümü’nü çözmek ancak Büyük İskender’e nasip olmuştu. Eğer yeni bir “Büyük İskender” bekliyorsanız, onun bu düğümü kılıçla keserek ikiye ayırdığını da hatırlamanızda fayda var…