Sıcaktan erimiş ve mis gibi kokan kakao yağımızı sürüp kendimizi bronzlaşmak için güneşe teslim etmiştik. Eminim kankamla ikimiz fırından yeni çıkmış kek kıvamında kokuyorduk. Üniversite sınavının stresini atmak için çocukluk arkadaşımın ailesinin yazlığına gelmiştik. Henüz sitede bizden başka bir aile yoktu. Çok çalışmıştık ve hak etmiştik bu tatili. Site öyle sessiz ve huzurluydu ki sadece şırıl şırıl havuzun sesi ve belki uzaktan kuşların cıvıltısı bu sessizliği dolduruyordu.

Güneşin sıcaklığı ve uykusuz gecelerin verdiği yorgunlukla içim geçmiş olacak ki gümbür gümbür apartman içinden gelen seslere irkildim. Birinin yuvarlandığını düşünerek olduğumuz yerde doğrulduk.

“Bu gürültü de ne Allah aşkına? Nereden geliyor?” dedim bir solukta.

Tam biz neler olduğunu anlamaya çalıştığımızda karşı bloktan esmer, zayıf, güneş gözlükleri burnunun ucuna düşmüş (belli ki büyük bir mücadele yaşamış apartman içinde) ve bu sıcakta kot pantolon giymiş biz yaşlarda bir çocuk fırladı.

Kankam:

“Aman Ertan’mış…” dedi.

Hayır o kim olduğunu görünce bir rahatladı ama onu rahatlatan şey ben de bir etki oluşturmadı. Tekrar yerime uzandım. Sessizliğimize geri döndüğümüzü düşünüyordum. Ta ki… Sitenin girişine yerleştirilmiş arabadan yüksek sesle müzik gelmeye başlayana kadar. Artık emindim bir saat öncesine kadar olan sessizlikten eser yoktu.

Bu esmer çocuk her kim ise valiz taşıyorum adı altında siteyi ayağa kaldırıyordu. Amacım yaşlı teyzeler gibi söylenmek değildi ama huzurumuzun bozulması pek hoşuma gitmemişti.

“Arkadaşa söylesek azıcık sessiz olamaz mı? Ya da ne bileyim sonra taşısın.” dedim gözlüklerimi hafifçe düşürüp kankama bakarak.

Ben daha cümlemi tamamlar tamamlamaz kankam yüksek bir ses tonuyla:

“Ertan!!!” diye kükredi yanımda.

Ertan’da sanki bu çağırılmayı bekliyormuş, koşarak yanımızda aldı soluğu.

Meltem, “Bu sene siz de erkencisiniz Ertan, nasılsın?” dedi. Hoşbeş etmenin tam sırası diye geçiriyordum içimden.

Daha cümle kurmasını beklemeden, “Yaz daha uzun eşyaları sonra taşısan uygun olur mu?” dediğimde Ertan gözlüklerin üzerinden gözlerini bana dikmiş bakarak, “Meltemciğim iyiyim sen nasılsın? Küçük hanım sitemizde yeni galiba ve site yönetiminde söz hakkı yok ise ben eşyalarımızı taşımaya devam etmek istiyorum.” dedi.

Atışmalarımız Meltem’in hoşuna gitmiş olacak ki kıkırdayarak, “Misafirimiz Esin, benim çocukluk arkadaşım ve kankam sınava kadar bizimle kalacak. Sen de burada olduğuna göre bize eşlik edersin.” demesiyle yerimde doğrulup ‘yok artık’ der gibi bir bakış attım.

Ama onlar tabi ki benim ne düşündüğümü çok da önemsemeyerek akşam planlarını yapmaya koyuldular. Meltem her zamanki gibi iki dakika içine koca bir seneyi sığdırabilecek tüm sorularını arkası arkasına soruyor, Ertan’da büyük bir iştahla cevaplıyordu.

Bu muhabbeti benim telefonuma gelen mesaj sesi bozmuş olacak ki, her ikisi de bana pür dikkat kesildiler bir anda. “Kusura bakmayın böldüm galiba.” diyerek bıyık altından güldüm.

Telefonu çok önemli bir haber bekliyormuş edasıyla elime aldım. Mesaj günlerdir özür üzerine özür dileyen erkek arkadaşımdan geliyordu. Gerçi burada bir nitelendirme yapabilirim sanırım, ‘eski’ erkek arkadaşım. ‘Aldatmanın özürü mü olur?’ bu neyin rahatlığı. İçimden bunları saydırırken, Meltem suratımın düşmesinden anlamış olacak ki, “Yine mi özür?” ,“Bu sefer hangi dilde yazmış?” diye espri yapınca tüm olanları meraklı gözlerle izleyen Ertan, “Özel bir mevzu sanırım ben sizi rahat bırakayım”, deyip çömeldiği yerden kalkıp gitti.

Arkasından usulca, “Kaldığın yerden gürültüne devam edeceksin” demekten kendimi alamadım. Adımların bana yaklaştığını duydum. Bir gölge belirince gözlerimi açtığımda Ertan’ın tepemden bana bakarak, “Şortumu giyip geliyorum, azıcık da biz keyfini çıkaralım buraların.” dedi.

Sadece kendimin keskin kulakları olduğuna olan inancımı yitirmiş bir vaziyette ve Meltem’in kahkahaları arasında iki elimle yüzümü kapattım. Utanmıştım…

Elif Kabakçı – 27.06.2022