Tatil planı yapmak ve okumak kadar güzel şey yoktur diye düşünenlere ‘Robert the Bruce’ İskoçya ziyareti öncesi iyi gelir umarım. Ölüm yıl dönümü vesilesiyle…

Biz Cesur Yürek ile özdeşleştiririz İskoçya’yı…Hollywood etkisiyle. Cesur Yürek neredeyse bizim de ulusal kahramanımız gibi. Mel Gibson ile film Akademi Ödülleri’ni kazanınca ve herkesin de kalbine biraz İskoç sevgisi, muhabbeti koydu… Az şey borçlu değiliz Mel Gibson ve mavi gözlerine…

Lakin Robert the Bruce başka bir efsanedir inanın…Hanibal’in Roma’yı dize getirme hikayeleriyle büyütüldü denir.

William Wallece’ı desteklediği anlatılsa veya kabul edilse de aslında hiç karşılaşmamış bile olabilirler de denir.

Ne olduysa oturanı olmayan bir tahta İngiliz Kralı Edward göz koyunca oldu.

1306 yılında Bruce 32 yaşındayken Edward’a göre İskoçya Krallık değildi, İngiltere Krallığı’na ait toprak parçasıydı. Ama ona kalırsa Galler ve İrlanda da yoktu. Temel görüşü ‘No more king and kingdom’ idi. Çok da haksız sayılmazdı, çünkü 1290 yılından beri, İskoç Kralı Alexander varis bırakmadan ölünce İskoçya’nın Fetret Devri başladı. 13 farklı kişi krallıkta ve tahtta hakkı olduğunu iddia etti, bir tanesi de İngiliz Kralı idi, İskoç Çekici lakaplı Edward.

Ama Bruce papalıktan onay aldı ve hükümdar seçildi. Papa 22. John tarafından da kutsandı, hakları tasdik edildi ve Papa’nın, Katoliklik’in, Fransa’nın etkisi ve İngiltere’ye karşı ittifakı daha yüzyıllar boyu devam etti.

Buruce, 1306’de İskoçların kralı oldu ve 1309’da ilk parlementoyu kurdu. 1310 ile 1314 yılları arasında ordusu ile kahramanca savaştı ve son kahramanlığını da 1314 yılında göstererek II. Edward’ın sayıca üstün, zırhlı ve süvari İngiliz Ordusu’nu yendi. Hem de tek avantajı savaş alanını, geçitleri, su yollarını biliyor olmasıydı. Ama yine de keskin okçulara hakkını vermek lazım, kalın korumalar ardındaki İngiliz süvarilerin hareket kabiliyetini nasıl da kırdılar. Halka Özgür İskoç Krallığı’nı hediye etti. Ortaçağ’ın en önemli savaşı kabul edildi ama bu çok da iddialı da bulunur.

Bir daha İskoçya bu tür bir İngiliz baskısı yaşamadı. Bruce da İşkoç Kimliği’ni oluşturmak ve kalıcı kılmak için savaştı geri kalan ömründe.

Edward ise hiç bir zaman İskoçya’yı tanımadı, her şey onun ölümünden sonra oldu. Ama iki ülkenin de kralı olmak için 1603 İskoçya’dan gelip İngiliz Tahtı’na oturan I. James Bruce’un torunudur denilir hep. O da Edward’ın değil de Bruce’un torunu olduğu için gurur duyarmış.

Tabi İskoçya tarihi ilginç ve talihsiz olayla ile dolu olduğu kadar tesadüflerle de doludur. Ne mi mesela? Bruce Carrick Dükü’dür. Bugün ise bu ünvanı Prens Charles taşır. Hem de Galler Prensi ünvanını da omuzunda taşıyan bir İngiliz prensi olarak.

O halde, Robert the Bruce denilince İskoçya bağımsızlığı hatırlanmalıdır. Bannockburn Savaşı’nda İngiliz kralı ve ordusunu nasıl dize getirdiğini hatırlayarak gitmek lazımdır diye düşünüyorum. Edinburgh İskoçya’nın başkentidir ama tek şehri değildir. Size şahane duygular katsa da, şehir kültürünün muhteşem bir örneği olsa da İskoç kültürünün sağlıklı analiz edilebilmesi için çok da uzakta olmayan diğer şehirlerini görmek ve biraz da kırsalda dolaşmak gerekir kanımca.

İşte, hemen başkentin yanıbaşında William Wallace ile özdeşleşen Stirling şehri yakınındadır İskoç bağımsızlık savaşının verildiği yerdir. Stirling Kalesi’ne kadar gidip de uğranılmayan yerdir. Halbuki sadece 3 mil mesafededir.

İyi geziler dilerim.