Son ayların Türkiye’de en çok sorulan sorusu değil mi bu?

Her iki tarafta birbirini hainlikle itham ede dursun ben ilk defa bu akşam değişikliklerin anlatıldığı 18 maddeyi okudum. Dikkatinizi çekeyim, “değişen 18 maddeyi” demedim, “değişikliklerin anlatıldığı 18 maddeyi okudum” dedim. Ben de genel algı gibi sadece 18 madde değişti zannediyordum. “Ya hepi-topu 18 madde değişmiş, hala okumadın mı?” diye küçümser ses tonlarıyla bana laf atan dostlarımın da böylelikle maddeleri sadece okuduklarını ama anlamadıklarını anlamış oldum. Çünkü 18 maddeyi anlamam için iki saatten fazla zamanımı vermem gerekti. Mevcut anayasanın onlarca maddesini ayrı ayrı okumam gerekti. Yani dostlar, değişen 18 madde yok, değişen belki 60-70 madde ancak bunlar 18 maddelik bir metinde anlatılıyor.

Her neyse, sıkılmadan okurum diyen açıp maddelere bakabilir. Asıl anlatmak istediğim kısma geleyim.

Yeni değişiklikte halkı, yani biz oy verenleri direk ilgilendiren kısım ve en bariz görünen yer bildiğiniz gibi “Başkanlık” sisteminin gelmesi. Bu sistemle başbakanlık ve bizim şu an bildiğimiz anlamda bakanlar kurulu tarihe karışıyor. Bakanlar “Cumhurbaşkanı” tarafından seçiliyor vesaire vesaire.

İkinci dikkat çeken kısım, bu sistemde artık sadece en yüksek oy potansiyeli olan iki partinin siyasette etkisi olabilecek. Bizde de görünen o ki, bu iki parti temel felsefede “Muhafazakârlar” ve “Muhafazakâr olmayanlar” olarak ikiye ayrılacak. Diğer partilerin herhangi bir etkisi olmayacak. Onlarda bu iki yapı içerisinde bir yere sığışmak zorunda kalacaklar.  Ve bir “Muhafazakâr” olarak benim için de güzel olabilecek bir şey şu ki, bundan sonraki yüzlerce yıl bu sistemle Türkiye’de muhafazakâr olmayan bir kişinin “Cumhurbaşkanı” olması ihtimal dahilinde değil. Hadi diyelim yanlışlıkla bir defa seçilmiş olsa, ikinciye seçilemez.

Peki başka neler dikkatimi çekti ve neler düşündürdü bana bu yeni sistem?  

 “Cumhurbaşkanı” devletin tepesinde yalnız kalacağı için karakterine göre 5 yıllık da olsa “despot” bir tarz benimseyebilir. Ancak sisteme göre bu en fazla 5 yıl olabilir. Eğer halk memnun değilse değiştirebilir. Eski sistemi zaten beğenmeyen birisi olarak bu kısımdaki riski göze alabilirim.

Bu yeni sistemle daha istikrarlı bir yürütme yapısı ve ekonomi olacağı kesin. Koalisyonlar dönemi de bitmiş olacak. Bu güzel. Detaylarını uzatmayayım, medyada bol bol anlatıyorlar zaten.

Ancak benim bu yeni sitemde, eskisinde de olduğu gibi hala anlayamadığım ve beni ürküten bir nokta var. Bir kere, dünyadaki tüm demokrasilerde olduğu gibi partilerden gelen adayları halkın belirleme şansı hiç yok. Yine belli bir elit ya da kendisine göre ülkenin kaderinde söz sahibi olmayı hak ettiğini düşünen birilerinin, bazı ailelerin öne çıkarttığı kimseler önümüze aday olacak ve biz iki seçenekten birisini seçmek zorunda kalacağız. Bu muhafazakâr olsa da, olmasa da böyle olacak. Yani tüm demokrasilerde olduğu gibi, halk tam temsille kendisini yöneteni seçemeyecek. Önüne konan seçeneklerden birisini seçmek zorunda kalacak.

Çocuk büyütürken anne-babaların çocuklarını yönlendirmek için yaptığı gibi sadece iki seçenekten birisini seçmekle sanki tercihlerimizi kendimiz yapmış gibi düşünüp iyi hissedeceğiz. Bu demokrasinin en saçma tarafı. Demokrasi çok güzel bir oyun sadece ama ne yaparsın, insan zekasının bulabildiği en iyi yönetim şekli bu imiş! (Maddelerden birisinde 100 bin kişinin imzasıyla seçilecek birisi cumhurbaşkanlığına aday gösterilebilir diyor ama bu olsa da nasıl olur?)

Bu sistemde tehlikeli olan bir şey ise, eğer dışardan bir güç sisteme müdahale etmekte etkili olursa, tek yapması gereken başkan aday adaylarını kafalamak.

Yani mesela ben bir güç olsam ve bu sistemi kontrol etmek istesem, bundan 20 yıl sonraki seçimler için aday adaylarımı şimdiden belirler, onları bir şekilde sağda ve solda partilere yerleştirir, her iki parti de de benim etkimde olabilecek adaylar içerisinden birisinin başkan olmasını sağlamaya çalışırdım. Tabi benim gibi düşünen birçok farklı uluslararası güç de olacağı için içerde büyük bir güçler savaşı olurdu. Hoş şimdi de oluyor ama başkanlık sisteminde durum biraz daha farklı. Şöyle ki; bizim kendi gücümüzü, kendi liderimizi belirlemek için aday adaylarımızı 20-30 yıl öncesinden belirleyebilecek içerde milli bir entelektüel gücümüzün olmaması ya da böyle bir üst aklın varlığıyla ilgili belirtilerin olmaması ürkütücü.

Cumhuriyetin kurucu aklı, kendi zihniyetini koruması için; ordu, yargı, bürokrasi, cumhurbaşkanlığı gibi farklı güçleri tasarlamıştı. Kendi zihniyeti dışında bir yürütme gelirse, hemen sistem devreye girip bürokrasi, yargı ve ordu sıralamasında ihtiyaca göre darbe yapılmıştı. Kendilerine göre bir koruma refleksi kurmuşlardı ama zihniyet bozuk olduğu için iğrenç sonuçlar aldılar ve milleti canından bezdirdiler. En son noktada da, yükselen muhafazakarlaşmayı kullanmak isteyen dışardaki akıllardan bir akıl, içimize Feto’yu yerleştirip başımıza bela etti.

Bu sebeple bizim kendi milli entelektüel üst aklımızı oluşturduğumuza emin olmamız lazım. Yani bizim önümüze seçenekleri sunan kişilerin gerçekten bizden birileri olması lazım. Sanırım ülkemizdeki asıl sorun bu noktada düğümleniyor. Bizi yönetebilecek adayları önümüze koyacak “üst aklımızı” nasıl başımıza getireceğiz?

Netice;

Aslında kıymetli dostlar, her ne sistem olursa olsun biz kendi kendimizi asla idare edemeyiz. Önümüze konan seçeneklerden birisini seçtiriyor bu sistemler. Evet başkanlık sistemi bir önceki sisteme göre daha mantıklı ama bizim ülkemizin ve halkımızın asıl sorunu bu değil. Asıl sorunu “Güzel Ahlak” sorunu. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” diyen bir Peygamberin Ümmeti olarak asıl sorunumuza odaklanmak ve bu kısır kavgalarla birbirimizin enerjisini tüketmemek gerek. Çocuklarımızdan başlayarak önce yalan söylemeyi hayatımızdan çıkartıp “Güzel Ahlak” yolunda fert fert, aile aile ilerlersek, önümüze gelecek “Cumhurbaşkanı” adayları da iyi olur, sistemler de güzelleşir, demokrasi de bize uygun hale gelir.

Rabbimiz bunu diyor. Tarih bunu anlatıyor. Akıl mantık bunu gösteriyor bize.

Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, son yıllarda az biraz şımardık parayı bulunca. Alışık değildik. Bu sebeple biraz sıkıntılar normal. “Evet” ya da “hayır”, hangisi olursa olsun üç beş yıl daha sıkıntı çekebiliriz. Eğer arkadan gelen nesillere güzel ahlak verebildiysek toplum olarak, sonrası aydınlık inşaAllah. Herkes inandığını söyler, fikrini konuşur ama gerçek “Tek”tir.

Ben önce “Güzel Ahlak”a evet diyorum. Gerisi zaten Rabbimin bileceği iştir. Ondan ne gelirse hep güzeldir.

Dünya üzerinde, 17 Nisan sabahı, kader nasıl tecelli ederse ona “evet” demekten başka çaresi olan var mı?