Yıllar önce, küçük bir çocukken, mahalledeki yaşlıların hayat hikayelerini dinlemeye bayılırdım.

Mahallemizin bakkalı rahmetli Mevlüt Amcaların, bir kış gecesi geldikleri aile ziyaretinde keşfettim büyüklerin film gibi hikayelerinin esrarını... Merhum Mevlüt Amca’nın askerlik hatıraları, değme komedi filmlerine taş çıkartacak kadardı...
Sonra sonra başka büyüklerin hikayelerini dinledim... Birçoğu şu an hafızamda değil ama, birini hiç unutmadım...
Evimiz Samsun Karayolu’nun kıyısındadır...

O, camiye giden yolla karayolunun kesiştiği köşede, yere diktiği bastonuna dayanır, dalar giderdi yoldan geçen araçlara... Büyüdükçe anladım ki, baktığı ve gördüğü farklıydı rahmetli Zekeriya Dede’nin... Vakurdu, pek gülmezdi... Mekanı cennet olsun inşallah...

Birgün... Oturduğu taşın köşesine sıkışıverdim yavaşça... Selam verip, elini öptüm... Camide zaman zaman yaptığım müezzinliği pek bi severdi... Rahmetli dedemin de arkadaşı idi...

***

Bakkal Mevlüt Amca’dan yaşca büyük olsa da, Zekeriya Dede’nin de hoş askerlik hatıraları olacağı gelmişti aklıma...
“Dede” dedim, “senin hiç askerlik hatıran yok mu?”
Yüzüme gülümsedi ve kanadının altına aldı şefkatle... Rahmetli dedeme sokulurcasına sokuldum Zekeriya Dede’ye...
“Var” dedi, “anlatayım da dinle!”

Söz artık O’nun:
“Birinci Cihan Harbi’nde birkaç arkadaşımla beraber Batı Cephesi’nden Doğu’ya, Kazım Karabekir Paşa’nın emrine tayin edildik. Vesait (vasıtalar) adına ne buluyorsak, onunla Erzurum’a gitmeye çalışıyoruz. Mevsim kış ve Doğu’ya ilerledikçe, ulaşım daha da zorlaşıyor.

Günler sonra Erzurum’a vardığımızda, ayakta duracak halimiz kalmamıştı. Sen de soğuktan, ben diyeyim hastalıktan, tir tir titriyoruz. Bataryamıza teslim olur olmaz, öleceğimizden endişe edip bizi revire yolladılar. Bataryanın her yerinde, akşama teftişe gelecek olan Kazım Karabekir Paşa için hazırlık telaşı vardı.
Bir doktor bizi acele ile muayene etti. Bir hap verdi ve “bunu yutun, size verilecek lahana lapasını da yiyin sabaha bir şeyiniz kalmaz” dedi ve gitti.

Revirde yatan askerlerden birisi, doktor çıkar çıkmaz, “sakın o hapı yutmayın, lapayı da yemeyin” dedi. Merakımızı celbetmişti. “Niye?” dedim. “Gardaş” dedi, “bu doktor buraya gelen herkese bu hapla lapadan veriyor. Hapı yutup lapadan yiyen de, 1-2 güne kalmayıp ölüyor. Benim kolum kırıldı da geldim. Birkaç kişi burada öldü. Ölürken ağızlarında köpük gelince, ilacı içmedim. Siz de içmeyin.”

Akşama Kazım Karabekir Paşa geldi. Revirdeki hastalara “geçmiş olsun” derken, bizim kolu kırık arkadaş, “Paşam bir maruzatım var” dedi. Doktor da Paşa’nın yanındaydı. Kazım Karabekir Paşa, “söyle evladım” deyince, arkadaşımız bize anlattıklarının aynını Paşa’ya da anlattı.

Paşa doktora, “bu ne ilacı?” diye sorunca, “ağrı kesici Paşam. Hiç öyle şey olur mu?” kabilinden kendini müdafaa etmeye kalktı. Mekanı cennet olsun Kazım Karabekir Paşa da, “öyle ise bir tane de sen yut bakalım doktor” dedi. Doktor kızarıp bozarmaya başladı. Sonra lapadan getirtti ve “ye bakalım bundan” dedi. Doktor yemedi. Paşa orada tabancasını çekince doktor, “Paşa, ben bataryanın mezarlığını Türk askeri ile doldurdum. Sen bir tek beni öldürsen noolur ki” dedi. Paşa oracıkta doktorun cezasını verdi. Meğer bataryanın doktoru Ermeni imiş.”

***

Zekeriya Dede gazi idi. Sonraları dinlediğim hatıralarından, beni ağlatanları da olmuştu... Zira, yükünü sırtlanıp geldiği yıllarda, çok ıstırap ve çok sıkıntı vardı... Yoksa boşuna değildi Samsun Karayolu’na dalıp dalıp gitmesi...
Hepinizi bilmem ama “Ben Ermeni değilim!..”