Size Resimli Kitab’da rastladığım bir konuyu aktaracağım. Resimli Kitab İkinci Meşrutiyetin ilânından hemen sonra çıkmaya başlamış, 1908-1913 yılları arasında 51 sayı yayınlanmıştır. Sayıları kalın kalındır. Tamamı dokuz cilt tutar. Dönemin bilinen en meşhur yazarları bu mevkutenin sayfalarındadır. Bol fotoğraflı olduğu için adı  “Resimli Kitab”  konmuştur. Birçok kitapta rastladığınız yakın tarihle ilgili fotoğraflar bu dergiden veya Abdülhamid’in fotoğraf arşivinden alınmadır.
Daha birinci sayıda şu sözlerle karşılaştım. Faik Sabri (Sonra  “Duran”  soyadını aldı. Ünlü coğrafyacı.) Avrupa’da trenle seyahat etmektedir. Bir gençle muhâvere eder:
“-Affedersiniz mösyö, isminiz, tarz-ı telâffuzunuz ecnebî olduğunuzu gösteriyor. Hangi milletten olduğunuzu sorabilir miyim?
Ben böyle bir suale zaten muntazardım ve bu suale cevap vereceğim dakikayı düşünerek kalben muazzeb oluyordum. Evet, emin olunuz, hangi millettensiniz denildiği zaman Türk cevabını vermek Avrupa’da insana o kadar güç geliyor ki!.. Türk demek bir Çinli’den daha batî, bir Tibetli’den daha mutaassıp, bir Avustralyalıdan daha vahşî ve bir esirden daha esir demekti... Türk denildi mi Avrupalının gözü önüne her türlü hissiyattan bî-haber, hatta benliğinden bî-haber, kuyûd-ı hayatiyeden bî-haber, hukuk-ı medeniyeden bî-haber, velhâsıl bî-haber, bî-haber, her şeyden, yaşayışından, mevcudiyetinden, nerede olduğundan, ne yaptığından, ne düşündüğünden bî-haber... Bir taş kadar câmid, bir mermer kadar bârid, bir odun kadar kalın kafalı, bir hayvan kadar hayvan bir mahlûk geliyor... Ve bunun böyle olmadığını, bir Türk’ün bir Fransız kadar zeki, bir Alman kadar çalışkan, bir İngiliz kadar sabûr ve muannid, bir insan kadar insan, belki de zekâvette, sa’y ve gayrette, sebat ve ikdamda bütün Avrupalıdan daha ileride olduğunu bildiğimiz hâlde onları ikna edemiyoruz. Nasıl ikna edebilelim ki, müddeâmızı ispat için elde hiçbir burhanımız, hiçbir ispatımız yok. Bilakis bütün yaşayışımız, bütün icrâatımız, bütün işlerimiz onların zanlarını teyid ediyor ve bizi yalancı çıkarıyor...” (Faik Sabri, “Dün ve Bugün”, Resimli Kitab, nu. 1, Eylül 1908)

 
***
 
Rıfat Bali’nin bir kitabı aklıma geldi: Bir Türkleştirme Serüveni: 1923-1945-Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri. Musevîlerin Türkleştirilmesiyle ilgili.
(Ara not: Rıfat Bali çok çalışkan... Yayınevi de var: Libra Yayınları onun. Seçkin kitaplar yayınlıyor. Mutlaka sitesine girin ve listeyi görün... Çok istifade edeceksiniz. Türkçülükle ilgili yayınları da hatırı sayılır yer tutar.)
Rıfat Bali, tabiî Cumhuriyet öncesini işleyerek Cumhuriyet dönemine geliyor. Musevîler de Rumlar gibi Türklerle hemen hiç temasta değiller. Sadece İspanyolca ve Fransızca konuşurlar, bazıları da geldikleri ülkelerin dillerini... Ama Türkiye’de yaşıyorlar, Türkler onları hemen hiç ilgilendirmiyor! Türkçe öğrenmeye ihtiyaç duymuyorlar.
Niye? Cevabını aramak gerekir. Sadece onların Müslüman Türklere karşı tavrı olarak düşünürsek yanılırız; kültürler arası derin uçurumu,  “Türkçe”  öğrenilerek maddî ve manevî bir şey kazanılamayacağı hükmünün yerleşmesini dikkate almalıyız.
Hans Dernschwam’ın Kanunî devrinde İstanbul ve Anadolu’ya yaptığı seyahatin günlüğünü okursanız, “Türk düşmanlığı”nın asıl kaynağını bulursunuz.