ŞUYDU istenen:

-  Gücüne güç katmış Aziz Yıldırım adlı odağı budamak, etkisizleştirmek ve mümkünse ortadan kaldırmak.
-  Diş geçirilemeyen bir Aziz Yıldırım’ın elinden Fenerbahçe gibi muazzam bir yapıyı kıvırıp almak...
-  İdeolojik olarak eğilmediğine dair işaretler veren Aziz Yıldırım’ı harcamak.
-  Her alanda olduğu gibi futbol denilen büyük alanda da hercümerç yaratmak...
-  “NATO”, “müteahhit”, “paşalar” gibi sözcükler üzerinden Aziz Yıldırım’ı harcamak...
-  Fenerbahçe’yi “iktidarına saygılı / cemaatine sevgili” ılımlı bir yapı haline getirmek...
Fakat hesap hatası yaptılar.
Tam üç adet hesap hatası:
BİR: HSYK’da, YÖK’te, poliste, adliyede, bürokraside tereyağından kıl çeker gibi süzülenler, bu olayda “futbol dini”, “taraftarlık ülküsü”, “takım ruhu” gibi hiç bilmedikleri ve zerre kadar çakmadıkları kavramlara tosladılar.
İKİ: Aziz Yıldırım’ın ellerini ovuşturup “ben ettim siz etmeyin, beni bırakın, alın takımın anahtarlarını, bir daha Fenerbahçe’nin önünden geçersem ne olayım” falan diye ağlayıp sızlayacağını zannettiler.
ÜÇ: Taraftarıyla, idarecisiyle, futbolcusuyla tüm bir Fenerbahçe camiasının, “Aziz Başkan şike yapmış, bu bizi bağlamaz, çeksin cezasını, biz kendi yolumuza gideriz, durmak yok yola devam” diyeceğini düşündüler.
Üçünde de yanıldılar.
Üçünde de umdukları gibi olmadı.
Üçünde de hesapları tersine çevrildi.
* * *
Ne oldu peki?
Şu üç şey oldu:
BİR: Her kuşun etinin yenmeyeceğini anladılar.
İKİ: Eskisinden daha güçlü bir Aziz Yıldırım olgusuyla karşı karşıya kaldılar.
ÜÇ: Aziz Yıldırım’ın yanında eskisine göre daha fazla kenetlenmiş bir Fenerbahçe camiası buldular.
* * *
Kıssadan hisse:
Dinamiklerinden hiç çakmadığın sosyal vakalar üzerine mühendislik yapmaya kalkışmayacaksın.
Kalkışırsan işte böyle eline ayağına dolaşır.

Yargıçların işi artık çok zor

ADAM tutuklu.
Her ay itiraz ediyor tutukluluğuna...
Yargıç da her ay, aynı klişeyi tekrarlayıp duruyor.
Diyor ki:
-  Suçun vasıf ve mahiyetine...
-  Dosya durumuna...
-  Ve tutuklulukta geçen süreye...
Bakılarak tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
* * *
Yeni düzenleme yapılmış.
Bundan sonra yargıçlar, bu klişe cümleleri bırakıp “somut” nedenleri belirtmek zorunda kalacaklarmış.
Süper!
Bundan sonra yakından takip edeceğim yargıçların tutuklamayla ilgili somut gerekçelerini...
Her ay muntazaman bakacağım: Bakalım tutukluluğun “somut” nedenleri nelermiş? Tuncay 5 yıldır, Balbay 4 yıldır, Büşra Hoca aylardır neden tutuklu imiş...
Öğreneceğim.

RUŞEN ÇAKIR'A LEYLA ZANA CEVABI

RUŞEN Çakır Vatan’daki köşesinde Leyla Zana ile ilgili yazdıklarımı eleştirmiş.
Eleştirilerine cevap veriyorum.
* * *
Ruşen Çakır diyor ki:
“Leyla Zana iyi bir iş yaptı. Fakat burası Türkiye... İyi olan hiçbir şey cezasız kalmıyor”.
Yani demek istiyor ki:
Ahmet Hakan yazdığı yazılarla Leyla Zana’ya ceza verdi.
* * *
Cevap veriyorum:
Leyla Zana bir girişim başlattı. Ben de bu girişimi eleştiren yazılar yazdım.
Soruyorum: Ben bu yazıları yazarak Zana’yı cezalandırmış mı oldum?
Eleştiri yazıları ne zamandan beri “cezalandırma aracı” olarak algılanmaya başladı? Ne yani? Şimdi ben de Ruşen Çakır’ın Leyla Zana hakkında yazdığı yazıları “mükâfat” olarak mı algılamalıyım? Bu şekilde demokratik tartışma mı yapılır?
Siyasal analizler “taarruz”, “ceza”, “mükafat” gibi kavramlarla mı değerlendirilecek?
Bir de şu var:
Bir konuya farklı açılardan eleştirel yaklaşanların farklılıklarını göz ardı edip birbirinden farklı tüm eleştirileri bir “toplu taarruz” olarak değerlendirmek, sığ bir cepheleştirme mantığının ürünü değil midir?
İktidar bu sığ mantıkla hareket ettiğinde kıyasıya eleştiriyoruz da bir “özgür aydın” olarak Ruşen Çakır aynısını yaptığında ne yapacağız?
* * *
Ruşen Çakır diyor ki:
Ahmet Hakan bir yazısında Leyla Zana için “kendine güvensiz” dedi, bir başka yazısında ise Leyla Zana için “aşırı özgüvenli” dedi.
* * *
Cevap veriyorum:
Yazdıklarımda bir çelişki yok. “Aşırı özgüven” ile “aşırı güvensizlik” sanılanın aksine birbirini tamamlar, besler.Bir sarkacın iki ucu gibidir.
-  Hürriyet’e verdiği röportajda “medet Başbakan” diyen “sorunu ancak sen çözersin” diyen, “Erdoğan çözmezse ülkeyi terk ederim” diyen bir Leyla Zana, kendine güvensizliğini yansıtmıştır.
-  “Erdoğan’la görüşürüm, gelişmelerin seyrini değiştiririm” algısı yaratan, daha önce hükümete defalarca iletilmiş ve reddedilmiş şartları eline alıp “herkes söyledi, bir işe yaramadı, ben söylersem süper etkili olur” havasıyla Başbakan’a giden, diğer aktörleri zerre kadar önemsemediğini gösteren bir Leyla Zana ise, kendine duyduğu aşırı özgüveni yansıtmıştır.
“Özgüven” ile “güvensizlik” arasında, bir uçtan diğer uca salınma bu değilse, nedir?
* * *
NOT: Ruşen Çakır yazısında benim için “Zana’nın Kürt hareketi içindeki yerini tam olarak kavrayamadığını düşünüyorum” demiş... Doğru olabilir. Gerçekten de böylesi bir kavrayışsızlık içinde olabilirim. Ancak Leyla Zana’nın “PKK’nın bilgisi ve desteğiyle Başbakan’la görüştüğünü” yazan, yazabilen Ruşen Çakır’ın olayları kavrama hususunda benden bir adım ileride olduğunu düşünmüyorum.

‘Büyük’ diyen başka bir şey demeyen mimar

ÇAMLICA’YA yapılacak caminin mimarı belli olmuş:
Kahramanmaraş Belediyesi İmar Müdürü Mimar Hacı Mehmet Güner.
Sağ olsun Milliyet’ten Gürkan Akgüneş’in röportajı sayesinde kendisiyle müşerref olduk.
* * *
Röportajı özetleyeyim:
-  Soruluyor mimara: “Sayın mimar! Çamlıca Camisi nasıl olacak?” Mimar yanıtlıyor: “Büyük olacak... En büyük olacak... Dünyanın en büyüğü olacak.”
-  Soruluyor mimara: “Minareler? Minareler nasıl olacak?” Mimar yanıtlıyor: “Uzun olacak, en uzun olacak... Medine-i Münevvere’dekinden bile uzun olacak.”
-  Soruluyor mimara: “Kaç tane minare olacak?” Mimar yanıtlıyor: “En az altı tane olacak. Daha çok da olabilir. Sürprizlerimizi bekleyin.”
-  Soruluyor mimara: “Peki kubbe? Kubbe nasıl olacak?” Mimar yanıtlıyor:
“Selimiye, Süleymaniye... Hepsinden büyük olacak... Ecdadın yaptığı camilerin kubbelerinden daha büyük olacak.”
* * *
Bunları okuyunca iki şey aklıma geldi:
BİR: Kadim geleneklerden ve anlayışlardan süzülerek gelen o derinlikli “küçük güzeldir” sözü...
İKİ: Cemal Süreya’nın “Teknokratlar” adını verdiği şu şiiri: “Bütün mimarlar yüksek, mühendisler de / Bir sen kaldın alçak mimar ey Sinan Usta!”

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)