Türkiye'de devlet, 1 Mayıs kutlamalarına izin vermeye başladığı, 1 Mayıs'ı İşçi Bayramı olarak tatil ilan ettiği 2010 yılından bu yana, kutlamaların yapıldığı alanlar giderek çeşitleniyor, renkleniyor, şenleniyor.
Devlet, çatışma ortamı ve ihtimalini ortadan kaldırınca 1 Mayıs, yalnızca sol görüşün temsiline sahne olan, sadece solculara özgülenen bir gün olmaktan çıktı. Böyle olunca, anlı şanlı burjuvaları da, kendini 'müslüman' diye niteleyen grupları da, hatta konuyla ilgili bakanları da aynı sevecenlikle kucakladı.
"Sınıfsız toplum" yok gerçekten. Sınıflar çoğaldı, çeşitlendi.
Marks'ın, büyüyerek burjuva sınıfını yutacağını dolayısıyla sınıfsız ve ideal toplumu oluşturacağını iddia ettiği işçi sınıfı bile, tabakalaştı. İşçiler, kendi aralarında ücret farkına, icra edilen iş farkına, hatta inanç farkına dek genişleyen bir skalada sınıflaştı...
Artık toplum, sanayileşme dönemi Avrupa'sında olduğu gibi, sadece burjuva ve işçi sınıfından mütevellit değil; işçiler arasında dindarlar var, olmayanlar var; az kazananlar, çok kazananlar var; madende kömür taşıyan ya da yola asfalt dökenler olmak üzere kol gücüyle çalışan işçiler olduğu gibi, telefon şirketlerinde ya da hizmet sektöründe görece daha az kol gücü daha çok zihinsel efor gerektiren işlerde istihdam edilenler de var. İşçiler yani, tek bir sınıf olmadı, ayrıştı, farklılaştı, tabakalaştı.
Zaten Neomarksist kuramcıların öngördüğü de buydu. Aynı kuramcılar, varoldukları dönemlerden bu yana solla ilişkilendirilen sendikaların, sınıfsız topluma gidişte bir evre olmadığını; işçi sınıfı ve işveren arasındaki çatışmanın karşılaşma anında patlamayı engelleyen birer hava yastığına dönüştüklerini, yani Marks'ın hayalini engelleyen bir işlev edindiklerini söylemişlerdi. Bu varsayım da doğru çıktı. Bugün sol; insan haklarının temini, demokrasinin içselleştirilmesi ve ekolojinin korunması gibi harika dertleri olan ama bir devrim fikrinden çoktan vazgeçmiş bir fotoğraf veriyor.
1 Mayıs kutlamalarında "antikapitalist müslüman gençler" diye bir grubun zuhur etmesinin sebeplerinden biri de tam bu işte; tüm uygulama biçimlerinin başarısız sonuç vermesiyle ütopyadan vazgeçmiş olan bugünkü solun bugünkü dertlerinin, Müslümanların bazı dertleriyle kesişim kümesi yapması.
İnsan hakları, ırkçılık karşıtlığı, doğanın ve hayvanların korunması, demokrasinin inkişafı gibi... Bazı insanları 1 Mayıs'ta "antikapitalist müslüman gençler" flaması altında Taksim Meydanı'nda görmemizin ikinci nedeni ise, kapitalist açgözlülüğünün bir zamanlar aynı toplumsal gruba ve aynı inanca mensup oldukları, müslüman yol arkadaşlarında nasıl bir kafkaesk dönüşüme sebep olduğunu görmekti.
Tam bu noktada, "Tüm dinlere açıktan "afyon" demiş bulunan bir teorisyenin izinden gitmek bir Müslüman'a yakışır mı?" gibisinden bir soru zihinlere düşebilir... Evet sol ve solcuların küçük bir kısmı din düşmanı, daha büyük bir kısmı da dine mesafelidir.
Ama işte insan "Akan bir dereden abdest alıyorsan bile, o suyu israf etme" diyen; "komşusu açken tok yatan bizden değildir" diyen; "işçinin hakkını teri kurumadan ödeyin" diyen; lüksü ve gösterişi değil her daim ve her konuda vasatı tavsiye eden bir öğretinin müntesibiyse, "tükettikçe varsın, aksi halde gözümde bir hiçsin" diye tutturan bir yaşam biçimini eleştirmek adına, sol kavramlara sığınabilir.
Kanaatimce bunu yapmak solcu olmak değildir. Nitekim her anti-kapitalist de solcu değildir. Zaten o gençlerin kendine "solcu" demeyip, "antikapitalist" demesinin altında yatan sebep de zannedersem, budur. Çünkü bir müslümanın solcu olması, en az liberal olması kadar paradoksal bir durum doğurur. Sol, insanın kalbinde görünmez-soyut bir yaratıcının ilkelerine iman bulunmasını anlamaz ve istemez; kapitalizm de uygulamada görülmekte ki, kalpteki imanı reddetmez ama sürekli törpüler.
Sözkonusu paradoksun nedenlerine uzun uzun değinme niyetinde değilim...
Çünkü biraz da, Türkiye'nin solcularından bahsetmek gerektiği düşüncesindeyim. Bu noktada İdris Küçükömer'in tezine atıfta bulunmalıyım, hakikaten de Türkiye'de sol sağ, sağ da sol gibidir. Türkiye'nin solcuları -sazı farklı fraksiyonları, özellikle Marksistleri dışarıda tutarak söylemek gerekirse- Kemalizmin taşıyıcıları ve ideologları olagelmiştir. Tıpkı devletin Dersim'e yaptıklarını çabuk unutan/unutmayı tercih eden Dersimliler gibi, dönem dönem solcuları sürek avının hedefine oturtan devletin yaptıklarına rağmen solculuğun, resmi ideolojiyle kolkola girerek bu ülkenin Müslümanlarıyla savaşa tutuşmuşluğu çoktur...
Üstelik onların rejim hayranlığı, Dersim'deki gibi Stockholm sendromu sonucunda oluşmamıştır. Türkiye'de solcuların Kemalistleşmesinin tek sebebi çıkarlardır. Dinin boğulması gerektiğine olan inançtan, ama asıl olarak rejimin imkanlarından ve imtiyazlarından faydalanmak gibi çok ucuz bir sebepledir. Ne acı değil mi?
(Yeni Şafak gazetesinden alınmıştır)