“Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar!” Bu söz muhakkak ki bir abartıyı da içeriyor. İnsanoğluna sadece anası ağlamaz, sevdikleri/sevenleri de içten ağlar. Ancak bir insanın başına gelebilecek maddi-manevi kötülükler/sıkıntılar/hastalıklar karşısında en uzun süreli üzüntüyü analar yaşar! Diğer sevenler belki zamanla acılarının üzerine kül serperler ama analar evlatları ile ilgili acıyı asla gömemezler. Belki en fazla gözlerden ırak kılarlar.

Bundan dolayı başına bir iş gelen kişi de şikayet ederken biraz da mübalağa ederek “anamı ağlattılar!” der. 
Kaybedilenler karşısında yaşanan en büyük acının “evlat acısı” (Allah tüm evlerden ırak kılsın!) olduğu da psikometrik ölçmeler ile doğrulanmıştır.

***

Allah yaratma yetisini analar ile paylaşmış, nesli devam ettirmeye kendi adına onları yetkili kılmış ki tüm canlılar analarından peyda olurlar.
İnsanoğlunda 9 ay 10 gün iç içe yaşanan süreç nasıl bir birliktelik (“bir” olma) oluşturuyorsa ana evladından, evlat anasından bir ömür boyu kopamaz.
Zaten, soyu da analar tayin eder.

İnsanın biyolojik babası bilinmeyebilir ama her koşulda biyolojik annesi ayan beyan bellidir.
Bu birliktelik nasıl bir yakınlaşma yaratıyorsa, Neriman’ın oğullarımıza karşı hassasiyeti hâlâ benden kat be kat üstün devam ediyor. Deyim yerinde ise oğlanlar “eşek kadar adam” oldular ama eşim onlara hâlâ çocukken gösterdiği şefkatle yaklaşıyor. Onları hâlâ küçükken esirgediği gibi esirgiyor, oğullarımla aramda ufacık bir maraza çıksa onları mazur göstermek için bin dereden su getiriyor!

Belki kızımız olsaydı, daha da yakın olacaklardı. Psikolojik ve hatta biyolojik dilleri, kültürel dilleri, tarih paylaşan dilleri kadar etkin olacaktı.
Oğullarıma bakıyorum, onlar da nerede ise tüm değer sistematiklerini analarından almışlar!

***

Anaları ile oğullarımızın yaşadığı özel yakınlığı belki de kıskanmam lazım.
Anaları ile bir muvazaa yaşasam, oğlanların muhakkak analarının tarafını tutması bazen canımı sıkıyor. Açıkçası bozuluyorum. New York’da yaşayan oğlum görüşmelerimizde sık sık Neriman’ı üzmemem için beni uyarıyor. Neriman’ı beni üzmemesi için uyardığını ise hiç zannetmiyorum.
Ama eninde sonunda oğullarımın Neriman’la daha yakın, daha mahrem bir ilişki kurmalarını kabulleniyorum.
Neden?
Ben de aynı süreçten geçtim de ondan!

***

Annemi 1986’da, babamı 1996’da kaybettim. Annem o melun hastalık nedeni ile erken yaşta terk-i diyar eyledi. Babam nispeten daha ileri yaşları gördü.
Çok net biliyorum. Babamla annemle olduğu kadar yakın olamadık. Hatta annemi kaybettikten sonra da fazla yakınlaşamadık. 

Annemle ise nerede ise abartılmış bir yakınlık yaşadım. Benim iyi bir eğitim almam için çırpındı. İlkokul mezunu kadın oğlu doktora seviyesinde eğitim aldığı için yıllarca övündü. Gözüme çöp kaçsa bütün mahalleyi birbirine katardı. En ufak hastalığım karşısında paniklerdi. Sıkı bir Cumhuriyet Gazetesi okuru olarak beni kitap okumanın erdemi hakkında hep uyardı. İlkokulda beni tiyatro ile tanıştırdı. Belki de gençlik yıllarımın solculuğu üzerinde “İlhan Selçuk hayranı/sosyalist Nesibe Ülsever”in etkisi olmuştur. 1983’de Turgut Özal’a oy verdiğim için bana çok kızdı ama yine de kıyamadı.

Belki de gerçek annem erken öldüğü için Neriman’ın annesi, benim kayınvalidem Müzeyyen Sütaş (Hocanım!) ile çok yakın bir ilişki kurdum. Oldukça sıkı fıkı olduk. 2006’da onu da kaybettiğimizde tabii ki esas yanan Neriman ve diğer çocukları oldu ama ben de kendimi 2. defa terk edilmiş bir öksüz gibi hissettim.

***


Anamı kaybettikten sonra aradan geçen 27 yıla rağmen hâlâ rüyalarıma girer, hâlâ bir şekilde beni ve torunlarını kolladığını belli eder, gelinine bizleri kendisine emanet ettiğini sık sık hatırlatır.
Şu an 62 yaşındayım. Ancak, şu satırları yazarken bile kendimi öksüz hissediyorum, burnum sızlıyor, gözlerimden yaşlar yanaklarıma doğru süzülüyor.
Her türlü ırk, renk, inanç, millet, mezhepten tüm annelerin önünde saygı ile eğiliyorum!

(Yurt'tan)