Ya bir anlık umutlarla hülyalara dalacağız…
Yahut nefretle beslenenler karşısında hepten umutsuz kalacağız.
Böyle anlarda, içimden geçen o:
Acıları birbirine tercüme etmeden olmuyor!
***
Yani sadece acıyı bal eylemek değil; acıları kardeş eylemek gerekiyor.
Birinin ötekine bağını hissetmeden, anlamadan olmuyor.
Sadece “duygusal” bir temenni değil; hakikatin anlaşılabilmesi de buna bağlı.
Mesela bir darbede…
Ankara’da bir çocuğun idamı…
Diyarbakır’da onca insanın infazı ile…
İşçinin, memurun gasp edilen hakkı aynı şey!
Aynı şey…
Borcu ödeyemediği için elektriksiz bırakılmış hanesine, evladı bayrağa sarılı gelse de, bayrak kalkınca yoksulluğun tek varlığı çığlığıyla baş başa kalan ana ile;
Hayatta hep aşağılanmış oğlunun devlet törenli cenazesine dilsiz dilinin tek büyük kelimesini, evladına koyduğu ismi bağıran ana ile;
Evladının bir taşına dua bile edememiş, mezarına bir maşrapa su dökememiş, tek kemiğinin bulunmasına dahi razı edilmiş ananın bitmeyen ağıtı.
***
Yani şöyle:
Hrant Dink, sadece bir kesimin ölüsü değildir!
Bu ülkede milyonlarca insana vurmuş kadim bir cehennemin de delilidir.
Irkçı faşist, insanlıktan nasipsizler bir yana; her kesiminden herkes, uzak dahi dursa o ölüye ve o acıya, orada kendi acılarının hakikatini, ülkenin zorbalıkla, tahakkümle, kıyımla kirletilmiş cennetini de bulabilir.
Bu cinayeti anlamak sadece onu anlamak değildir.
Mumcu’dan Hablemitoğlu’na; İpekçi’den Darendelioğlu’na, kanlı hakikat ile cansız adaleti anlamak içindir.
Hakikatin manasını…
Dink’i öldüren “organizasyon” ile Yazıcıoğlu’nu ölüme taşıyan “kader”in ortak planında dahi aramaktır!
***
Önceki cümleyi, kafiyeli ve cepheli olsun diye sarf etmedim.
Elbet kanıtlayacak durumda değilim; ama kafamın içindeki şu:
Dink’e kesilen “ceza” ile Yazıcıoğlu’nun başına gelen “kaza” arasında “bir şey” var!
Dink cinayeti halkalarında, birbirinden farklı görülebilen unsurların aşama aşama müdahillikleri, müdahaleleri, niyetleri mevcut ya…
Dosyadaki isimlerin bir kısmı, Yazıcıoğlu’nun örgüt çevresinden.
Dink öldüren plandan kendisini “öldüren kaza”ya kadarki iki yılda muhtemelen epey bilgi edinmişti Yazıcıoğlu.
Cumhurbaşkanı “kaza” dosyasını yeniden açtığına göre belki bu zaviyeyi de dikkate alır!
***
Yazıcıoğlu ile aynı karede fotoğrafı bilinen Erhan Tuncel tahliye oldu; hemen Zaman’ın sorularına el yazısıyla cevap verip düz yazıyla tahlil yaptı.
“Bir kısım Emniyetçi”yi över ve korurken; iki ismi hedef gösterdi.
İl Jandarma Alay Komutanı, “Veli Küçük ile yakın” denen Ali Öz.
Tuncel’in çok sevdiği, muhtemelen onu McDonald’s bombalamasında kollayıp muhbir yapmış Akyürek’in yerine Trabzon Emniyet Müdürlüğüne atanan Reşat Altay!
Bunları “Ergenekon kapsamı”nda andı Zaman’da.
***
Belki örümcek ağında ideolojik çatlama oluyor; bilemem elbet!
Fakat “Dink cinayeti” kilit isminin “bilerek” telaffuz ettiği iki görevli, sadece Trabzon’da iki kişi olmakla kalmıyor…
Bizi alıp memleketi ve tarihi dolaştırıyor; bizi anında zaman tüneline sokup başka acıların orta yerine de bırakıyor:
Albay Öz deyince; Ulucanlar Cezaevi’nde, onun da yönettiği operasyondaki katliamın ortasında yere düşüyoruz…
Tam kalkmaya çalışırken, olay yeri incelemesini yaptığı Kışlalı suikastında bir kez daha paramparça oluyoruz!
Altay deyince; bir 16 Mart günü, İstanbul Üniversitesi önünde, devlet kollamalı bir bombanın paramparça aldığı çocuklarla kucaklaşıyoruz.
Yani sadece iki ismi teğet geçince dahi dahi onlarca ölüye dokunuyoruz.
Üstümüzden kan lekesi hiç çıkmıyor…
Kalbimizde her anın, her anının, her ananın acısı birbirine karışıyor.
O yüzden…
Kimse sadece bir kesimin ölüsü değildir!
Tam karşıda sandığınız bir ölü, kanlı tarih sayfalarında ötekilerle buluşarak, esasta tam yanınızda yatandır!
Çok şey anlamak istiyorsanız, anlamazdan gelmeyeceksiniz.