"Türkiye Cumhuriyeti"nin adından da anlaşılacağı gibi rejimi cumhuriyet. Bir rejim kendisini "cumhuriyet" olarak nitelendirmişse, sahip olduğu egemenliğin halktan kaynaklandığını kabul etmiş oluyor.
Ancak, bir rejimin "cumhuriyet" olması "demokrasi" ile idare edilmesi anlamını taşımıyor. "Demokrasi", halkın yönetici güç olmasını içeriyor.

Bugün Türkiye'de hemen hiç kimse Mustafa Kemal'in kurduğu "cumhuriyet"i tartışmıyor! Bu açıdan bakıldığında Türkiye'deki bütün siyasi hareketler "Kemalist" tanımı içine sokulamasalar da devletin şekline dair modellerini Mustafa Kemal'den tevarüs etmişler.

Kezâ, marjinaller dışında hemen bütün siyasi hareketler İsmet Paşa'nın kâh isteyerek kâh mecburiyetten yolunu açtığı "cumhuriyetin demokratikleştirilmesi" çizgisine sadık olduğu iddiasında.

Bugünün tartışma alanı, anayasa hukukunun ve siyaset biliminin konusunu teşkil eden muhtelif "demokratik hükümet sistem modelleri" üzerine ve bütün önermeler "demos"un önüne gitmekte.

Başkanlık sistemine, yarı başkanlık sistemine veya parlamenter sisteme itiraz edenlerin cumhuriyete ve demokrasiye dair argümanları bu bakımdan ikna edici olamaz.

Hükümet sistemleri, ülkelerin geleneklerine, kültürlerine, sosyo-ekonomik şartlarına göre şekillenir.

Aralarındaki belirleyici faktör ise yürütme ile yasama organı arasındaki ilişkinin nasıl olduğu.

Buradaki kritik eşik "kuvvetler ayrılığı." Kuvvetler ayrılığının yumuşak olması hali parlamenter, sert olması hali ise başkanlık sistemi.

Yarı başkanlık sistemi de başkanlık sisteminin türevi. Yani, yeni anayasa sürecinde kaçınılmaz olarak belirlenmesi gereken kuvvetler ayrılığının dozu.

Peki, buna kim karar verecek? "Sistem tartışması" nasıl nihayete erecek?

Memleket her istikrarsızlık döneminde yahut her cumhurbaşkanlığı seçimi arefesinde dönüp dönüp hükümet sistemini mi tartışacak?

Milletin katılımı

Mustafa Kemal, asıl büyük ve can alıcı hamlesini Erzurum Kongresi'nden Heyet-i Temsiliye'yi çıkardığı gün yaptı.

Heyet-i Temsiliye, Mustafa Kemal'in işe milleti katma kararının neticesi. "Sine-i millet" diyerek 9. Ordu Müfettişliği'nden istifa eden Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye'nin Osmanlı ordusundan daha büyük bir güç olduğunu biliyordu.

Sadece Mustafa Kemal değil, düşmanları da "milleti dahil etme"nin önemine o günden müdriklerdi.

Elaziz Valisi Ali Galip'in, Elazığ, Diyarbakır ve Mardin'den seçilen delegelerin kongreye katılmasına engel olması bu sebepten.

Öyle ki, Kazım Karabekir-Mustafa Kemal kavgası da Karabekir'in Heyet-i Temsiliye üyesi olmaması ile başlar.

Sözün özü, millete rağmen olanlar dahil her siyasi heyet, işe milleti katmanın hesabını yapmış. 12 Eylül sürecinde Kenan Evren şehir şehir, meydan meydan darbeye millet desteği aramamış mıydı?

Bağlayıcı olmayan referandum önerisi

Türkiye'de bugün yeni anayasa yazımı doğal olarak "sistem tartışması"nı zorunlu kılmakta.

Eğer sıfırdan bir anayasa yapılacaksa, anayasayı yazacak vekillerin hangi hükümet sistemini esas alacağı konusunda rehber mevcut 12 Eylül Anayasası değil, milletin ta kendisi olmalı.

"Sivil irade" sistem konusunda "karar vermek" durumunda. Bu kararın nasıl verileceği konusunda ise bir mekanizmaya ihtiyaç var.

Bu mekanizma anayasa hukukunun bütün öğreti kitaplarında mevcut ve adı "istişari referandum."

İngiltere'de 1975'te AET'ye katılım konusunda uygulanmış. Yöntem, milletle istişareyi öngörüyor. "İstişari referandum"un en önemli özelliği ise bağlayıcı olmaması.

Millete başkanlık mı, yarı başkanlık mı yoksa parlamenter sistemi mi istediği sorulur.

Çıkacak netice Meclis'i hukuken bağlamaz lâkin kuvvetler ayrılığının dozu ve hükümet sistemi konusunda millet görüşünü bildirme imkânı bulur.

(Bugün gazetesinden alınmıştır)