Bütün mesele düşmansız var olabilmektir.

Her konum yakalayan önce düşmanını bulur ya da yaratırsa, ülke seçim meydanlarından çok savaş meydanlarına sahip olur.
Bu süreçte en başta basına görev düşer.
Barış politikasından uzak, düşmanca politika izleyenlerin sesini kısmak basın için demokratik bir görev olarak algılanmalı.
Kimse bu yaklaşımı düşünce özgürlüğüne kısıtlama olarak görmesin. Tam tersi bu başarılırsa düşünce özgürlüğü alan kazanırken, siyasete de kalite gelecek.


Düşmansız var olamama kültürü ya da korkusu hem Türkiye hem de bizde en üst düzeylerdedir.
Bunun nedeni sağlıklı, doğru olarak saptanıp tedavi edilmediği sürece hastalık kronik haliyle devam edecek.

***
Mikrofonu eline kapan, kamerayı karşısında gören önce kendine göre düşmanlarına veryansın eder.
Bu anlayışın askerde olmasını doğal karşılayabilirim de sivil ve hele demokratik yaşamda varlığını gökten Allah inse bana kabul ettiremez.
***
Normal koşullarda bir ülkenin silahlı birliklerinin kendi sınır boylarında sık sık savaş yaşaması mümkün değildir.
Örneğin Avrupa’nın çok geniş bir kesimi ikinci dünya savaşından günümüze savaş yaşamamış, canlı mermi sesi duymamıştır.
Aslında NATO çatısı altında toplanan ülkeler artık bir birleri için düşman özelliğini de yitirmiştir.
Buna rağmen silahlı kuvvetler tatbikat yaparken hayali düşman kuvvetleriyle savaşın denemesini yapar.
Hiç savaş tehlikesi olmasa da silahlı kuvvetlerin en düşük olasılık için bile savaşa hazır olması gerekir.

Silahlı kuvvetlerde her türlü hesaplama olası düşman gücüne göredir.
***
Savaş düşüncesinin beyinlerden kazınıp çıkarılmasını içtenlikle arzu edenlerdenim.
Keşke dünyada askeri güç gereksinimi sıfır düzeyine inse ve askeri harcamalar daha insani amaçlar için kullanılsa.
Bu arzun bugünün dünyasında hayal ötesi… Bunu da biliyorum.
Ancak sıra sivil ve demokratik yaşama geldiği zaman düşmansız var olamama kültürünü anlayıp kabul etmem imkansız.
Bu konuda Türkiye’nin bize çok kötü örnek olduğu kesin.
Sosyal yaşamdaki güzel sözler bile sahtedir.
Ya da olanı değil özleneni anlatmaktadır.
Siyasal yaşamın yansımalarını Türkiye’nin televizyon kanallarından canlı canlı izliyoruz.
TBMM’de siyasi partilerin grup toplantıları yapılır.
Liderler kürsüye çıkar.

Yapılan konuşmaların çok azı kendilerini, politikalarını anlatma içeriğine sahiptir.
Konuşmanın en az yüzde doksanı kendilerine göre muhaliflere laf yetiştirme kılıfı altında saldırıdır.
Sanki de savaş halinde olunan düşman ülke liderinin açıklamalarına yanıt veriliyor.
Üslup ve kullanılan kelimeler, pozitif disiplin uygulaması olan bir okulda kullanılsa, o öğrenciler disiplin kuruluna verilir mutlaka.

***
28 Temmuz’da yapılacak milletvekilliği için takvim çalışıyor.
Partiler adaylarını kesinleştirecek.
Yüksek Seçim Kurulu önce geçici sonra kesin aday listelerini açıklayacak.
Propaganda çalışmalarını resmen başlayacak.
Erken seçim ve UBP Hükümeti’nin güvensizlik önergesiyle düşürülmesi seçim sürecine yüksek tansiyonla girilmesini tetikleyecek.
Şimdiden yapılan açıklamaların içeriği bunu çok net ortaya koyuyor.

***

Seçim sonucunda oluşacak yeni hükümet göreve başlayana kadar görevde olacak, bir anlamda geçici hükümetin üyeleri dün görev başı yaptı.
Düşen hükümetin bakanları, başta Başbakan dün sabah görev yerlerine gidip görevi geçici bakana devretmedi.
Bunun izahı yoktur.
En başta Başbakan İrsen Küçük dün sabah Başbakanlığa gidip görevi Sibel Siber’e devretmeliydi.
Devrederken yeni oluşan hükümetle ilgili eleştirilerini de ifade ederdi.
Kimse o noktada söylenenleri yadırgamazdı.
UBP,  hükümetin düşürülmesini, “Saray kökenli bir darbe görüyorsa”, bu da gerekçeleriyle anlatılırdı.
Yapılmadı…


***

Yeni göreve başlayana Bakanlarımızın açıklamalarına da bir göz attım.
Devletin sürekliliği çerçevesinde hizmetlerin aksamadan yürütülmesi esastır.
Ancak Sibel Siber’in Başbakanlığı’nda oluşan hükümetin anormal bir gelişme olmazsa iki aylık bir hükümet olduğunu da herkes gibi bakanlar ve partileri de bilmeli.
Eğer uzun ömürlü bir bakanlar kurulu gibi konuşmaya başlarlarsa, beklentilerin çıtasının yukarı çekilmesine neden olurlar.
Bu kabine içim teknokrat kabine tanımlaması yapılıyor.
Teknokrat kabine, işin uzmanlarından oluşan ve işini bilip, işini yapan kabine demektir.
O koltuğa hangi amaçla oturulduğu unutulur ve her bakanlık bir mevzi gibi görülürse işler farklı kulvara kayar.
UBP’liler görev devretme olgunluğunu göstermese de bu hükümet siyasi tansiyonun en üst düzeye çıkacağı dönemde gerginliğe tarafa olmadan hükümet işlerini yürütmeyi başarmak zorundadır.
Eğer ipin ucu kaçarsa her bakanlık, bakanı öneren partinin kurtarılmış bakanlığı olur… Öyle olursa da bu kısa süre kaş yapayım derken gözlerin çıkarıldığı dönem olarak tarihe geçer.

***

Bütün mesele düşmansız var olabilmektir.
Her konum yakalayan önce düşmanını bulur ya da yaratırsa, ülke seçim meydanlarından çok savaş meydanlarına sahip olur.
Bu süreçte en başta basına görev düşer.
Barış politikasından uzak, düşmanca politika izleyenlerin sesini kısmak basın için demokratik bir görev olarak algılanmalı.
Kimse bu yaklaşımı düşünce özgürlüğüne kısıtlama olarak görmesin. Tam tersi bu başarılırsa düşünce özgürlüğü alan kazanırken, siyasete de kalite gelecek.


Günün sözü:


Kalitesizliğe taviz, kalitenin önünü kesmektir.