“Bürokrasi” ile “siyasetin” 1940'tan günümüze kadar, birbirlerine karşı verdikleri mücadeleyi iyi okumak lazım…
Eğer bu karşılaşmayı sağlıklı bir şekilde değerlendiremezsek; kangren haline gelmiş bir çok sorun uzun yıllar başımızı ağrıtmaya devam edecek…
Türkiye bürokrasisinin tarihi geçmişine kısaca bakıldığında; Osmanlı'dan devraldığı devlet anlayışını 50'li yıllara kadar sürdürmeye çalıştığı görülür.
Anayasalar ve kanun metinleri önce devleti korumayı esas almış; “devlet kurtulduğunda, millet zaten kurtulur” ilkesinden hareket etmiştir.
1920-1940 arası Atatürk döneminde durum farklıdır. Atatürk, “halkçı” bir adamdır. Önceliği devlet değil, halktır… Bu sebeple, milli mücadele döneminde, kimliğini taşıdığı Osmanlı Devleti'ni kolayca terk edebilmiştir… Kendini doğrudan “milletini korumaya” azmetmiştir…
Ölümünden sonra, onun altı büyük ilkesinden biri olan “halkçılık” ilkesi görmezden gelinmiştir!...
Devletin mağduriyeti dikkate alınmış, halkın mağduriyeti önemsenmemiştir!
“Halk için, halka rağmen” ifadesiyle özetleyebileceğimiz bu anlayış , 1940 sonrası tek partili dönemin en belirgin özelliklerinden biri olmuştur.
Devlete “terbiye edici”, millete de “terbiye edilen” gözüyle bakılmıştır…
Yetiştirilen tüm devlet memurlarına “devlet terbiyesi” verilmiştir…
Bu yaklaşımın iyi niyetinden şüphe etmiyoruz ama sonuçlarını sindirmek pek de kolay olmuyor!...
Rejimi koruma ve ülkeyi modernleştirme kisvesi altında ayrıcalıklı bir konuma gelen bürokrasi, “vesayet” diye tanımladığımız gücünü, 1950'ye kadar pervasızca kullandı…
Tam olarak Atatürk'ün ölümüyle başladığını söyleyebileceğimiz “bürokratik vesayet-sivil siyaset” maçında; Demokrat Partinin iktidara gelmesiyle, siyaset önemli bir gol atarak, bürokratik vesayet karşısında üstünlük sağladı…
Böylece bürokrasinin kullandığı araçların çoğu siyasetin eline geçti…
On yıllık Menderes döneminde kabuğuna çekilmek zorunda kalan bürokrasi, önemli yetkilerini siyasi kadrolara kaptırdı…
Ancak 1960 darbesi ile, bürokrasi bu önemli mücadelede beraberlik golünü buldu… Ve eski gücüne tekrar kavuştu…
Devlet aklı, bu dönemden kendine göre bir ders çıkararak; 1961 anayasasını biraz daha sivil bir yapıya dönüştürdü…
Siyasete bıraktığı alanı biraz daha genişletti.
Toplantı ve gösteriler, sendikal örgütlenmeler, temel hak ve özgürlükler, siyasi serbestlikler için tanınan sınırlar, 1961-1980 arasındaki dönemde bürokrasi ile siyasetin daha dengeli ve orantılı bir çatışma yaşamasına neden oldu…
Alt bürokrasi siyasetin kontrolüne verildi … Ama bu, siyaseti tatmin etmedi…
Siyaset, yüksek bürokrasinin elindeki “vesayet” yetkisinin peşindeydi…
Kıran kırana yapılan karşılıklı atakların sonucunda, 1980'de bir gol daha geldi…
“Siyaset” mücadelede 2-1 geriye düştü!
Golden sonra, bürokrasi bu önemli maça yeni bir oyuncu soktu:
- “Turgut Özal”
Fakat Özal, Ülkenin kaderini ve yolunu değiştiren “24 Ocak Ekonomik Kararlarına” imza attıktan sonra, saf değiştirip siyaset takımının formasını giymeye başladı…
Herkesin kendi takımında görmek istediği bu yetenekli oyuncu siyasetin beklediği golleri birbiri ardına sıraladı…
İçinde yetiştiği karşı takımı, yani bürokrasiyi yeniden dizayn etmeye çalıştı!...
- “Benim memurum işini bilir” dedi…
Memur maaşlarına yaptığı oldukça yetersiz bir zamdan sonra gazeteciler , “Düşük maaşla memur nasıl geçinecek?” diye sorunca, yukarıdaki cümleyi sarf etmişti…
Bu açılımla bürokrasinin ilgisini ve dikkatini başka yöne kaydırdı…
Böylece tüm sahanın hakimiyetini ve kontrolünü ele geçirmiş oldu!...
Özal'ın bürokrasiye, farklı taktikler kullanarak attığı golün, bugün başka sonuçları ortaya çıktı!...
Kamu kurumlarında sıkça görülmeye başlanan, rüşvet, zimmet, irtikap, sahtecilik gibi suçlara referansı gösterilen bu durum, maalesef devletteki yozlaşmanın ve çürümenin de başlangıcı oldu…
Bürokrasi, toplum nezdindeki saygınlığını büyük ölçüde kaybetti…
Onun düştüğü bataklığa bir süre sonra siyaset takımının oyuncuları da düştü!
Çamurdan çıkarak saf değiştirmek yerine, siyasetçiyi kendi çamuruna çekerek başardılar bunu!..
Her iki tarafın forması da kirlendi!...
Kimin gol attığını, kimin gol yediğini görmek zorlaştı…
2002'de “temiz siyaset” düsturuyla, siyaset takımını yeniden yapılandıran Tayyip Erdoğan; halkın bu duruma ikna olup, kesintisiz destek vermesiyle, yirmi yıl boyunca, bürokratik vesayet karşısındaki galibiyetini korumayı başardı… Önemli goller attı…
Ancak bugün altını çizmemiz gereken önemli bir gelişme var!
90'lı yıllarda olduğu gibi, oyuncuların formaları yeniden kirlenmeye, çamurlaşmaya başladı…
Bir çok oyuncu tanınmıyor…
Kimin hangi tarafa gol atmaya çalıştığı anlaşılmıyor!...
Doğru oyunculara görev verip, temiz formalarla oynatmadıktan sonra, bu mücadelenin nereye gideceğini tahmin etmek çok zor?
Bakalım siyaset takımı bunu başarabilecek mi?
Son golü kim atacak?